20 Mayıs 2014 Salı
– OLAY SALCAN-turizmhaberleri.com/ Ankara
DÜNYA KAZAN BEN KEPÇE DİZİSİ: LÜBNAN
Yaralarından Kültür Damlayan Ülke….
Çok kültürlülük ve çok dinlilik denince akla ilk önce gelebilecek ülkeler listesinin ön sıralarında şüphesiz Lübnan vardır. Lübnan’ı gezip görünce bunun ne kadar doğru olduğunu daha iyi anlıyoruz. Şiiler, Sünniler, Ortodokslar, Katolikler, Protestonlar, Maronitler ve Dürziler, ülkenin kozmopolit yapısının başlıca toplulukları. Farklı dinler ve kültürlerdeki toplumların bir sokak ya da mahalle uzaklıkta beraber yaşadıkları bir ülke Lübnan.
1975-1990 yılları arasında yaşanan iç savaşın neden olduğu yaralar, çok derin olmasına rağmen iyileşmeye yüz tutmuş. Ancak hala yaraların izlerini görebiliyorsunuz. Beyrut’un içerisinde iç savaş nedeni ile yıkılmış mahalleler ve harap olmuş binalar görmek mümkün. İç savaştan kalan yaraların yanında İsrail bombardımanlarının açtığı yaralar da derinliklerini sürdürmekte.
Tüm geçmişte ve bugün yaşanan olumsuzlar altında ciddi bir gelişim savaşı veren Lübnan’ın en büyük sorunu, dışarıya verilen göç. Şu anda Lübnan’da yaşayan nüfusun üç katı büyüklükteki bir nüfus başka ülkelerde yaşıyor. Ortadoğu’nun bu acımasız ve huzursuz ortamından dolayı da yeni yetişen nüfusun aklındaki tek şey, bir an evvel ülke dışına gitmek.
MODERN VE RAHAT İNSANLAR
Bütün bunlara rağmen Lübnanlılar, rahat insanlar. Akdeniz sıcakkanlılığı ile Orta Doğu özelliklerini bünyelerinde çok iyi harmanlamışlar. Avrupalılarla işbirliği içerisinde olmalarından kaynaklanan beraberliklerinin bazı yönlerini de bu harmanın içerisine katınca diğer Arap ülkelerinden farklılığı ortaya çıkmış. Modern ve hayatı yaşamayı seven insanlar. Eğlenmeyi de çok seviyorlar. Bunu gece kulüplerinde görünce daha iyi anlıyoruz. Diğer Arap toplumlarına göre batı ülkelerine yakın bir hayat standardını yakalamışlar ve yaşıyorlar. Bunun da nedeni, kadınların diğer Arap ülkelerinden çok farklı olarak batı standartlarında aktif olarak sosyal hayatın içerisinde olmaları olsa gerek.
Uzun süre yemek masasında kalarak yemek yemeği çok seviyorlar. Humus, babagannus, kısır, tabule, kibbeh, falafel gibi yemekleri son derece lezzetli. En ünlü içkisi Arak. Bizim rakı tadında ve anasonlu. Su konduğunda beyazlıyor. Aman dikkat alkol derecesi yüksek olduğundan oldukça sert, çarpmasın. Ancak Lübnan şarapları da tavsiye edilir. Lübnan’ın en meşhur birası, içimi oldukça kolay ve lezzetli olan Almaza adlı bira.
BEYRUT
Lübnan denince akla ilk önce hiç şüphesiz Beyrut geliyor. Gerçekten de Akdeniz’in tüm özelliklerini bünyesinde barındıran, tüm sıkıntılara, yaşadığı acı ve üzüntü veren yıllara rağmen eğlenceli ve güzel bir şehir. İç savaşta büyük zarar görmüş binaların yer yer varlığına rağmen şehir, oldukça yenilenmiş ve halihazırda da yoğun bir inşaat faaliyeti sürdürülmekte. Kiliseler ile camilerin yan yana ve hatta bitişik vaziyette oldukları, çok sesliliğin beraberliğinin kulağa ve göze hoş gelen uyumu, dünyada Beyrut’tan başka bu kadar yoğun nerede olabilir acaba? Bu özellik tek başına bile Beyrut’a ayrı bir hava veriyor ve onu dünyada farklı bir konuma getiriyor.
Beyrut’un gezilecek yerleri yürüyerek çok rahat bir şekilde gece ve gündüz gezilebiliyor. Güvenli bir şehir. Polis ve asker tarafından devamlı kontrol ediliyor. Lübnan’ın en önemli gelir kaynaklarından birisi de turizm olduğundan, turiste karşı da son derece kibarlar. Eğer taksiyi kullanmak ihtiyacınız olursa, muhakkak pazarlık edin.
Şehrin merkezi, iç savaş sırasında yerle bir olmasına rağmen yeniden restore edilerek ayağa kaldırılmış. Burası bir Orta Doğu görünümünden son derece uzak, modern bir görünüme sahip. Saat kulesinin etrafındaki Osmanlı döneminden kalma binalar da, dikkat çekici. Çok hareketli bir bölge. Modern alışveriş merkezlerindeki marka ürünler göz kamaştırıcı. Görülecek yerlerden birisi, geçmişi haçlılar dönemine kadar giden bir yapı olan St. George Katedrali.
Hemen yanında Refik Hariri’nin anıt mezarı ile Mohammed al-Amin Camisi gezilebilir. İç savaş boyunca en şiddetli çatışmaların yaşandığı Place des Martyrs’deki anıt ziyaret edilebilir.
Roma Hamamı ve harabeleri de bu bölgede görülecek yerlerin başında geliyor. Kordonda akşam güneş batarken yürüyün ve güneşin denizden batarken o muhteşem görünüşünü içkinizi yudumlayarak seyredin. Bu arada Beyrut’un sembolü olmuş Rawcheh Kayalarını da görme imkanınız olacaktır.
Beyrut’ta geceler son derece hareketli ve renkli. Kaliteli lokantalar ve gece kulüpleri var. Üç gece farklı yerlerde yemek yedik ve gece kulüplerine gittik. Daha evvel de söylediğim gibi Lübnanlılar yaşamayı seviyorlar. Marinadaki lokantalarda son derece kaliteli ve lezzetli deniz ürünleri yiyip yanında şarap ya da arak alabilirsiniz. Ayrıca Orta Doğu mutfağını tadabileceğiniz kaliteli lokantalar var.
Yemekten sonra sabahın erken saatlerine kadar müzik dinleyebileceğiniz ve eğlenebileceğiniz kulüplere gitmeden olmaz. Sundukları hizmet ve yaptıkları müziklerde çok başarılılar. İsterseniz masalarda yemek yiyebilir ya da rahat koltuklarda viskinizi yudumlayabilirsiniz. Müzik yapan gruplar, sahnede on beş, yirmi dakika kalıyorlar. Kısa bir ara ve diğeri sahne alıyor. Müzik gece yarısına doğru başlıyor ve aralıksız sabahın erken saatlerine kadar devam ediyor. Az bir uyku ve kahvaltı sonrası gezilecek yerleri görmek için gezi başlıyor. Hızlı ama bir o kadar da eğlenceli ve doyurucu bir gezi. Kaldığımız üç gece, iki gündüz dolu dolu idi.
Perşembe gecesi yaşadığımız ilk geceden sonra sabah kahvaltısını takiben Jeita Mağarası, Harissa’daki Meryem Ana Heykeli ve Byblos’u gezeceğiz.
JEITA MAĞARASI
İlk durağımız Jeita Mağarası. Beyrut’un biraz dışında yer alan Jeita Grotto, doğanın ne kadar büyük bir sanatkar olduğunun güzel bir kanıtı. İki kattan oluşan mağara, dağın altında altı kilometre uzunluğunda. Alt katta yer altı nehrinin oluşturduğu durgun suda teknelerle dolaşılıyor. Üst katta hepsi birer sanat şaheseri olan, seyretmeye doyulmayan ve insanı büyüleyen sarkıt ve dikitler yürüyerek geziliyor. Mağaranın içerisinde fotoğraf çekilmesine izin vermiyorlar.
MERYEM ANA HEYKELİ
İkinci durağımız Beyrut yakınlarında bulunan Harissa’daki Meryem Ana Heykeli. Bu heykel Akdeniz’e ve Beyrut’a hakim bir tepe üzerine yapılmış. Oldukça da yüksek bir heykel. Heykele kadar dönerek yükselen bir merdivenle çıkılıyor. Muhakkak bu merdivenle heykele kadar çıkın ve görünen muhteşem manzarayı seyredin. Merdivenleri çıkmak değil, görünen manzara insanın nefesini kesiyor. Sonra da teleferikle aşağıya, Jounieh’e inin ve muhteşem manzarayı içinize sindirerek, evlerin arasından keyifli bir yolculuk yapın.
BYBLOS
Bugünün son gezi durağı Byblos. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 7000 yıl geriye kadar gittiği düşünülen Byblos, Beyrut kentinin kuzeyinde yer alan sevimli bir antik Fenike liman şehri. Şehre girişteki antik sütunlu yolda pek bir şey kalmamış olsa da bugünkü haliyle şehir, eski antik görüntüsünü kısmen koruyor. Sağ taraftaki kaleyi geziyoruz. Buradan denizin ve çevrenin görüntüsü güzel. Sütunlu yolu takip edince Osmanlılar tarafından yaptırılmış olan çarşı hala ayakta. Hediyelik eşyaların satıldığı güzel görünümlü bir çarşı. Burada da yan yana duran cami ve kiliseler, insanlık tarihindeki hoşgörünün güzel örneklerinden. Camiden gelen ezan seslerine, hemen yakınındaki Haçlı Kilisesi’nde yapılan ayinlerdeki dua sesleri karışıyor.
GECE HAYATI
Otelimize dönüyoruz. Kısa bir ara ve kordonda yürüyüş. Arkasından güzel bir lokantada yemek. Yorgun muyuz? Hayır. Öyleyse geceye devam ve doğru bir müzik hole; sabaha kadar müzik ve yine müzik. Burada da içkimizi rahat koltuklarda yudumlarken müziğin nağmelerine kendimizi bırakıyoruz. Başlarda insanlar masalarında dans ediyorlar, daha sonra koridorda ve masalarının etrafındaki boşluklarda danslarını sürdürüyorlar. Daha da sonra her yerde; masalar, dans edenler birbirlerine karışıyorlar. Herkes ayakta, hele sabahın erken saatlerine doğru oturan yok. Müzik zaten insanların oturmasına imkan vermiyor.
Sabah kahvaltıyı takiben ilk gezi durağımız olan Anjar ve arkasından Baalbek’e gideceğiz. Bu seferki gezimiz, Lübnan’ın doğusu ve Suriye sınırına yakın yerler. Bekaa Vadisindeki bu yerleşim yerlerine yaklaştıkça iklim değişiyor. Nem azalıyor ve hava da serinliyor. Dağların yüksek tepelerinde hala kar var. Bekaa vadisi, televizyon ve gazete haberlerinde ismi zaman zaman çok geçen bir yer olması bakımından bize yabancı değil. Buralar ile ilgili haberleri duymak başka, buralara gelip gezmek başka duygular.
ANJAR
İlk göreceğimiz yer Anjar. 1949 yılında yapılan kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılan Anjar, ticari maksatlarla sekizinci yüzyılda Araplar tarafından kurulmuş küçük bir yerleşim yeri. Şehir, 8. yüzyılın başında (705-715) Halife 1. Velid tarafından kurulmuş. Adını “kayadan çıkan su” anlamında kullanılan Arapça kelime olan “ayn al-jaar”dan alan şehir, aslında hiçbir zaman tamamlanamamış. Burada birbirini dik kesen caddeler, dikkat çekici ve yerleşim yerini dört parsele ayırıyor. Etrafı iç bölümleri çamur ve molozla kaplanmış iki metre kalınlığında, yaklaşık 350-385 metre uzunluğunda duvarlarla çevrilmiş alanın içinde bulunan biri büyük, diğeri küçük iki tane saray, bir cami ve hamam önemli kalıntılar. Anjar Lübnan’da görülmesi gereken yerlerden birisi, ama Baalbek’in yanında sönük kalıyor.
BAALBEK
Bugün ikinci ve son defa göreceğimiz yer Baalbek. Baalbek Fenikeliler tarafından en büyük tanrıları olan Baal’e adanmış bir şehir. Helenistik dönemde “Heliopolis ” yani “Güneş Tanrısının Kenti ” adı ile anılıyor. Roma İmparatorluğu zamanında da şehir, en görkemli günlerini yaşamış. Burada bulunan Jupiter, Venüs ve Baküs tapınakları, Romalılar tarafından inşa edilmişler. Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı kabul etmesinden sonra da bazilika olarak kullanılmışlar. Daha sonra Arap hakimiyetinde kale olarak askeri maksatlara tahsis edilmişler. Bu gün büyük bir çoğunluğu yıkılmış olan bu muhteşem esere en büyük zararı Haçlılar vermiş. Osmanlı döneminde Almanlara verilen kazı müsaadesiyle de kalanlar gün yüzüne çıkarılmış.
Kalıntıları bile insanı uzaktan büyüleyen ve dayanılmaz cazibesine kapıldığımız muazzam bir tapınaklar topluluğu. Geziye, en dıştaki Venüs Tapınağı’nın kalıntıları ve bu alana doğru uzanan sütunlu caddeyi geçerek başlanıyoruz. Jüpiter ve Baküs tapınakları ile; etrafı portikolarla çevrili avluların bulunduğu tapınaklar alanına görkemli kapıyı geçerek ulaşılıyoruz. Büyük avlu içinde tanrılara sunulan adaklar için inşa edilen mihraplar var. İnsanların ve doğanın asırlarca, acımasızca bu tapınaklara verdiği zarara rağmen, hala ayakta kalan bölümleri ve kalıntılarıyla insan üzerinde bıraktığı etkisini anlayabilmek için burayı görmek gerekiyor. Çok görkemli ve etkileyici. Bu sütunların işlenerek hiçbir zarar görmeden buraya kadar getirilmeleri ve yerlerine hatasız konmaları için gereken teknolojiye mi, büyüklüğüne mi, yoksa her tarafından insan zekasının güzel örneklerini veren sanata mı hayran kalalım? Hepsine hayranız. Bu durumda da şoka giriyor ve şaşkın şaşkın dolaşıyoruz. Etrafı dolaşırken yapılabilecek en güzel şey, burada yaşananları hayal etmek.
Avluyu geçince karşımıza çıkan Jüpiter Tapınağı, bu üç tapınaktan en büyüğü. İlk yapıldığında 84 sütuna sahip olan tapınağın bu gün ayakta sadece altı sütunu durmakta. Bu bile, bu tapınağın muhteşemliğinin bir kanıtı gibi.
Jüpiter Tapınağı’nın karşısındaki Baküs Tapınağı, yaklaşık 20 metre yükseklikte ve 46 sütunu ile zamana karşı ayakta durma mücadelesine devam ediyor. Bu tapınağın sütunlar üzerinde duran, çok az bir bölümde olsa işlemeli tavanı, bu tapınağa farklılık katıyor. Tapınağın girişini takiben sağ tarafındaki duvarda hem Türkçe ve hem de Almanca Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm”in bölgeye 1898 yılında yaptığı ziyaretin anısına konulmuş bir kitabe duruyor.
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan bu müstesna eseri birkaç saatte tamamen gezmek ve anlamak mümkün değil. Her santimetre karesi bir değer ve insanlık tarihinin bir bölümünün parlayan yansıması. Bizim burada uzun süre kalabilmemize imkan yok. İstemesek de ayrılmak zorundayız. Dünyada görülecek o kadar çok yer var ki.
Yeni bir yazımda buluşmak üzere hoşça kalın. Saygılarımla.
olay.salcan@gmail.com
www.olaysalcan.com
Kaynak: turizmhaberleri.com