Nasıl olur da denizin 30 metre altındaki bir II. Dünya Savaşı batığı dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmiş, hatta tek başına zamana meydan okuyarak günümüze ulaşmış anlı şanlı Piramitler kadar gelir getirebilir?
Piramitler ki; dünya tarihinin en önemli üç büyük uygarlığından biri olarak kabul edilen Mısırlıların insanlık tarihine kattığı en çetrefil bulmacalar olarak hala tüm görkemiyle zamana meydan okumakta.
Diğer tarafta Gubal Strait çıkışında Shaab Ali resifi yakınlarında, denizin ortasında, hiçbir referansı olmadan 31 metre derinlikte yatan Thistelgorm batığı popülarite, pazarlama, kültür varlığı gibi kavramlar üzerine bir kez daha düşünmemiz gerektiğinin en somut kanıtı olarak sessizce görevini yapmakta, Mısır ekonomisine –tek başına- Piramitler kadar girdi sağlamakta.
1940 yılında denize indirilen ve 1941 yılı Ekim ayında Almanlar tarafından askeri mühimmat taşırken batırılan İngiliz şilebi Thistelgorm 1956 yılında Jacques Cousteau tarafından bulunmuş ve özellikle son yirmi yıl içinde dünyanın en ünlü batığı olmuştur.
Mısır yönetiminin –her kimin desteği ya da zorlaması ile olursa olsun- Kızıldeniz’in eşsiz sualtı faunasına sahip çıkışı ibretlik bir örnek olsa gerek. Öyle ki Mısır halkı için deniz ülkenin en önemli gelir kaynağıdır ve korunması gerekmektedir. Ayazda kalmış kedi yavrusu misali sevilmesi değil, ülke insanının temel kaynaklarından biri olarak varolması gerekmektedir. Tür çeşitliliği azalmamalı, batıkları yağmalanmamalıdır ki dalış turizmi ülkenin temel girdilerinden biri olarak kalabilsin. Plansız, programsız avlanma ile su ürünleri stoğu yok edilmemelidir ki halkın ucuz, ulaşılabilir besin kaynağı olarak yaşamını idame ettirmesine katkıda bulunsun. Dalış turizmi varolmalıdır ki istihdam yaratsın, yetmişyedi milyon nüfuslu ve gelişme sorunları olan bir ülkede işsizlik kontrol altında tutulabilsin.
Karaya adım attığınız andan itibaren zor bir ülkedir Mısır. Ancak denize açıldığınız andan itibaren bir kurallar bütünüdür. Her canınızın istediği yerde teknenizi demirleyemezsiniz, ama demirlenecek yerlerde de zaten sabit demirleme sistemleri mevcuttur, dolayısıyla deniz tabanını tarla gibi sürmeniz, Posedonia çayırlarının canına okumanız söz konusu bile olamaz. Yüzey demirleme sistemleri (Mooring) tüm dalış noktalarında mevcuttur. Konaklama yapabileceğiniz alanlar, yapamayacağınız alanlar nettir; üzerine pazarlık edemezsiniz. Resiflerin üzerinde gezemez, dalışlarınızda eldiven ya da bıçak kullanamazsınız. Canlılarla direkt temas, onları beslemek, taciz etmek doğal olarak yasaktır. Hatta elinizde eldiven ya da bıçakla gezerken, veya bir canlıya dokunurken görüntülenirseniz bu durumdan sadece siz değil rehberiniz ve tekne sahibinizde ciddi anlamda zarar görür.
Gözümüzün önünde, Saros’ta bir zavallı istakozu yuvasından çıkartmak için antenini çekip koparan rehber balıkadamlarımızın aksine Kızıldeniz’de rehberlik ekonomik açıdan getirisi yüksek ancak kuralları net ve ağır sorumlulukları olan bir iştir. Grupta yer alan bir dalıcının hatası rehberin lisansının iptaline, işini kaybetmesine neden olabilir. Hal böyle olunca rehberler –biraz da işi abartarak- kaz çobanı misali sürekli yanı başınızda sizi izlemektedir. Diğer taraftan bu sayede mercanlar daha az zarar görmekte, batıklar yağmalanmamakta, kabuklar toplanıp götürülememektedir.
İki saat onbeş dakikalık bir yolculukla kendi kıyılarımıza bakalım birazda. Öncelikle dalış endüstrisi açısından bakalım ve ilk olarak şunu görelim; böyle bir endüstri yok! Çünkü altı tarafı denizlerle ve gerçek kültür ve tabiat varlıkları ile donatılmış bu ülkede ne yazık ki hala dalış, dalış endüstrisi, dalış turizmi, dalış noktası, dalış merkezi, dalış eğitmeni gibi kavramlar tanımlanmamış durumda. Hatta biraz daha abartarak gönül rahatlığıyla şunu söyleyebiliriz ki Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde dalış endüstrisi neredeyse korsan bir endüstri! Turizm Bakanlığı’ndan aldığı geniş yetkiyle TÜRSAB dalış turizmini keşfetmek, anlamak ve mümkünse kavramak yerine, köşebaşlarında pusu kurarak dalış kurumlarını enseleyip A, B ya da C acenteliklerinden birisini verebilmek derdinde. Oysa dalış kurumunun derdi turizm faaliyeti değil, eğitim verdiği kursiyerlerini denize ulaştırabilmekten ibaret. Yani yapmaya çalıştığı işin doğal bir parçası. Neden örneğin bir D sınıfı acentelik gibi bir çözüm üretilemiyor da tamamen farklı bir meslek alanı olan turizm acenteliği dalış kurumlarına pazarlanmaya çalışılıyor? Yanıtı çok basit aslında; her acente TÜRSAB kasasına giren binlerce lira anlamına gelmekte. Ve ne yazık ki dalış kurumlarını koruyacak, haklarını savunacak bir mesleki oluşum bir türlü mümkün olamıyor.
Mevcut durumda tek yetkili kurum gibi görünen Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu, adından da anlaşılacağı gibi zaten konuya hayli uzak; müsabakanın bittiği, parkurun olmadığı yerde işi yok. Ama gelin görün ki, rehber balıkadamdan dalış eğitmenine kadar yetkilendirmeyi tekelinde tutmakta. Bir spor federasyonu dalış endüstrisini yönlendirebilir? Müsabaka ve parkur kavramlarının olmadığı rekreasyonel dalış aktivitelerini nasıl olur da yetkilendirebilir? Ya da TÜRSAB örneğinde olduğu gibi, nasıl haklarını savunabilir?
Bu noktada bir diğer adres olarak Deniz Ticaret Odası çıkıyor karşımıza doğal olarak; hem denizle hem de ticaretle ilişkisinden dolayı. Fakat o kapıya ulaşana kadar aşılması gereken o kadar çok engel var ki. Her şeyden önce dalış endüstrisinin ve diğer kavramların –dalış eğitmeni, dalış noktası, dalış merkezi vb.- tanımı yapılmalı ki öncelikle, oda için ilave gelir kaynağı olmaktan öte bir anlamı olabilsin.
Nihayetinde sorun yine dönüp, dolaşıp aynı noktaya, denizlerimizin sahipsizliğine geliyor. Denize bakan bir bakanın olmaması ve hatta önüne gelenin bir ucundan denizlerimizi yeterli, yetersiz altyapılarıyla mevzuatlarına dahil etmeleri. Örneğin, hala Tarım Bakanlığı’nın patlıcan, biberin yanında balıkçılığı da düzenlemekte olması gibi.
Bir hareket planına ihtiyacımız var. Bugün dalış endüstrisinden bahsedebilmemiz için bir kaç bakanlığın mevzuatında değişiklik yapılması gerekmekte. Dalış eğitmenliğinin bedava dalışa gitmek için kolayca elde edilen bir sertifikasyon olmaktan çıkıp bir meslek olarak tanımlanması kaçınılmaz. Federe spor kulübü kisvesi altında faaliyet gösteren kulüplerin rekreasyonel dalış aktivitelerine son verilmesi, haksız rekabetin ortadan kaldırılması kaçınılmaz görünmekte. Şöyle düşünün, aynı suçu işleyen bir dalış merkezi (ticari) kendi yetki belgesi harcının x katını öderken, federe spor kulübü (dernekler yasasına tabi) daha düşük olan kendi yetki belgesi harcının x katını ödemekte. Federe spor kulüpleri federasyon seçimlerinde oy kullanabilirken, vergisini ödeyen, daha yüksek yetki belgesi harcı ödeyen, eleman istihdam eden dalış merkezlerinin hiçbir söz hakkı bulunmamakta.
Bunlardan bize ne denebilir ilk bakışta. Diğer taraftan, başlangıçta ki örneğimize geri dönersek ve hatta biraz bizim sularımıza uygulamaya çalışırsak hiç kimse banane demeyecek, hatta elinden geldiğince bir şeyler yapmaya gayret edecektir sanırım.
Öncelikle Anadolu kıyıları en eski deniz ticaret yolunun ta kendisidir, üzerinde falan değildir. Dolayısıyla kültür varlığı denildiğinde dünyanın en zengin potansiyelini sularının altında barındırmaktadır.
Çanakkale batıkları, insanlık tarihinin ortak mirası olarak yine Gelibolu çevresinde tüm görkemiyle yatmaktadır. Ama gelin görün ki her geçen gün yağmalanmakta, her görüşünüzde bir şeyler eksilmektedir. Hatta belgesel yapımcısı batıktan çıkarttığı barut çubuklarını kameralara sokarcasına yakarak kültür varlığı tahribatını kendi elleriyle belgelemektedir. Hatırlatmak isterim, Thistelgorm’da hala batık çevresine dağılmış kişisel eşyalar mevcuttur ve hala yerli yerinde durmaktadır. Çünkü batık alanları arkeolojik alanlar gibi bir bütündür.
Hele birde Marmara var ki elimizde, bir türlü değerini anlayamadığımız, kavrayamadığımız. Daha Bizans döneminde balıkları üzerine kitaplar yazılmış, destanlara konu olmuş… Symplegades neresidir, nerede geçer bilir misiniz? Ya da bugününe gelirsek, kaç denizden oluşur Marmara dediğimiz deniz? Başlı başına bir dalış cennetidir Marmara. Alışılagelmiş orfoz, müren vb fanatizmini bir tarafa bırakabilenler ya da gerçek bir atmosfer dalışı yapmak isteyenler için bulunmaz bir dalış cennetidir. Kendine özgü florasıyla, canlı türleriyle ve belki de en çarpıcı özelliği, bitmek bilmeyen yeşil çayırlarıyla bambaşka bir dalış tecrübesidir. Oysa İstanbul’da yaşayanlar için ne yazık ki en yakın dalış noktası İbrice olarak yerleşmiştir dalış yaşantılarına.
Toparlamak gerekirse eğer, uzun bir tartışma konusundan birkaç perspektif aktarmaya çalıştım. Daha çeyrek asır önce sadece ucuz işgücü olarak girdiği otomotiv imalatını bir numaralı ihracat kalemine dönüştürmeyi başarmış bir ülkede yaşıyoruz. Neden turizm denildiğinde akla Marmara’nın mercanlarıyla, Çanakkale’nin batıklarıyla, Saros Körfezi’nin tür çeşitliliği ya da Ayvalık’ın kırmızı mercanlarıyla Türkiye gelmesin. İmkansız mıdır; hayır. Sadece zamana, kararlılığa ve bir hareket planına ihtiyacımız var. II. Dünya Savaşı’ndan kalma bir Thistelgorm batığı binlerce yıllık kültür mirası piramitleri getiri açısından geride bırakabiliyorsa artık bu sektörün gücünü görebilmek, kavrayabilmek gerek.
Saygılarımla,
Hakan Tiryaki
Dalış Eğitmeni