Türklerin yetiştirdiği en büyük denizcilerden Sadun Boro’yu 5 Haziran günü kaybettik. 5 Haziran aynı zamanda Dünya Çevre Günüydü. Hayatını denizlere ve kıyılara adayan Sadun Boro, sonsuzluk okyanusundaki seyrine çıkışının zamanlamasıyla bile geride kalanlara mesaj vermişti.
KARACI TÜRKLERİ OKYANUSLARA ÇIKARAN ADAM
Onu 10 yaşımda 1968 yılında Kısmet yelkenlisi ve Pupa Yelken isimli kitabıyla tanımıştım. Tarihimizdeki yelkenliyle ilk dünya turunu gerçekleştiren bir yelkenci olarak, deniz aşıklarının ve amatör denizcilerin gönlünde taht kurmuş, deniz uygarlığının en önemli bacağında, deniz kültürü alanında bir devrim yaratmıştı.
DÜNYAYA BÜYÜK BİR MESAJ VERMİŞTİ
Karacı Türkler denize çıkabiliyor ve 10 metrelik bir yelkenli ile dünyayı dolaşabiliyorlardı. Arkası geldi. Onu değişik zamanlarda 13 Türk yelkencisi takip etti.
Amiralliğimde Türk Denizciliğinin bir başka yüz akı olan 2005 Marmaris Uluslararası Denizcilik Festivalinde, onunla şahsen tanışma şansım oldu. Deniz Kuvvetleri öncülüğünde düzenlediğimiz, 14 ülke savaş gemisinin katıldığı ve 100’e yakın denizcilik faaliyetinin yer aldığı tarihimizin bu ilk festivalinden duyduğu mutluluğu, bana büyük takdir ifadeleri ile aktarmıştı. Sonrasında bağlantımızı koparmadık. Bu yıl Şubat ayı içinde İstanbul Tekne Sergisinde (Boat Show) bir araya geldik. Balyoz kumpasına gönderme yaparak ‘’Siz denizciler bu süreçte çok dik durdunuz, kutlarım’’ dedi.
ÇEVRE VE DENİZCİLEŞME
Onunla son kez,‘’Mavi Uygarlık: Türkiye Denizcileşmelidir’’ isimli kitabımı aldıktan sonra beni telefonla aradığında görüşebildik. Bana, ‘’Amiralim Türklerin denizcileşebileceğine gerçekten inanıyor musunuz?’’diye sordu. Ben de cevaben ‘’Evet, en iyi örnek siz değil misiniz? 1965 yılında dünyada kaç kişi Türklerden okyanus yelkencisi çıkacağına inanırdı?’’ dedim. Devam etti: ‘’Öncelikle denizlere ve kıyılara sahip çıkalım. Özellikle Ege koyları, bükleri artık alarm veriyor. Betonlaşma, kıyıların ve yeşil alanların talanı devam ediyor, Amiralim kıyılar ve denizler gittikten sonra denizcileşmenin ne anlamı kalır’’, dedi.
ÇOK HAKLIYDI
Doğal yapısını ve özelliklerin kaybetmiş deniz ve kıyı alanlarının gelecek nesillere özellikle deniz turizmi ve denizin sağladığı mutluluk perspektifinde ne faydası olabilirdi. Balığı, oksijeni, yosunları tükenmiş deniz alanları sadece ulaştırma ortamı olarak hizmet ederdi. Bugün Haliç’te, Pendik’te, Tuzla’da kısacası Marmara’da sağlıklı deniz çevresinden ve doğal bir yapıdan bahsedebilir miyiz? Boro’nun söyledikleri aslında bizlere ve gelecek nesillere onun vasiyeti idi.
DENİZLER VE ÇEVRE YAĞMALANIYOR
Ömrünün büyük bölümünü geçirdiği Gökova, Hisarönü, Göçek ve Marmaris kıyıları yıllardır talan ediliyor. 1950’li yıllarda sadece Gökova’da yatların demirlemesine ve kalmasına uygun 55 koy veya bük varken, bugün bu sayı 20’ye; yat bağlama kapasitesi 600’lerden 200’lere düştü. Bu gerileme sadece Gökova’da değil, Tüm Ege’de yaşandı. Karada yoğun yapılaşma (oteller, villalar, rezidanslar vb.), koylara, kıyılara yakın maden ocakları, Muğla’da Yeniköy-Kemerköy ve Yatağan’daki mevcut termik santrallerin soğutma sularının Gökova Körfezi’ne akması gibi faktörler, bu sonuçta rol oynadı. Diğer taraftan Çanakkale’den, Antalya’ya uzanan kıyı şeridindeki 239 koy içinde yat turizmi için kullanılabilen 100’e yakın koyun kapasitesinin zorlandığı göz önüne alınırsa, aslında nadide koylarımızın şu an bile korunmaya ihtiyaç duyduğu ortaya çıkıyor. Korunmak bir yana vahşi kapitalizm ve ilkel birikim hastalığı, sözde Yeni Türkiye’nin çevre farkındalığı olmayan yürütme gücü ve görgüsüz iş adamları sayesinde kanserli hücreler gibi kıyılarımızı, ormanlarımızı yağmalamaya devam ediyor. Göcek’teki koylar ile günübirlik tur teknelerinin bağlandığı iskeleler için devlet ihaleye çıkabiliyor. Koyların özelleştirilmesi ve imara açılması hedeflenebiliyor.
DENİZLER KİRLENİYOR
Türkiye’de yılda kabaca 30 milyon metreküp sanayi atığı denizle buluşuyor. Sanayi tesislerimizin yüzde 98’inin, belediyelerin yüzde 95’inin, turistik tesislerin yüzde 81’inin atık arıtma tesisi yok. Daha ilginci, 700 belediyenin henüz kanalizasyonu yok. Kıyılardaki belediyelerden az sayıda arıtma tesisi olanlar ise, artan nüfus artışına paralel kapasite artımına kaynak bulamıyor.
Ege’nin cennet koylarının kıyılarına yakın, maden ocakları ve termik santrallerin soğutma sularının Gökova Körfezi’ne etkisi bile araştırılmadan, dördüncü termik santralin aynı bölgedeki Karacahisar’a yapılması kararı alınabiliyor. Bu tip termik santrallerin soğutma suları denizdeki doğal dengeyi bozuyor, yakılan kömürün oluşturduğu kükürt dioksit asitli yağmurlara neden olarak bitki örtüsünü öldürüyor. Bu santrallere denizden kömür taşıyacak yük gemileri denizi kirletebiliyor.
ÇEVREYE ADANAN BİR ÖMÜR
İşte Sadun Boro, tuzlu suyla iç içe geçen ömrünün büyük bir bölümünü, deniz çevresinin yukarıda saydıklarıma benzer sorunlarıyla uğraşmaya adamıştı. O sadece çok iyi bir okyanus yelkencisi değil, aynı zamanda aktif bir çevreciydi. Son nefesini verdiği Dünya Çevre gününde bu vasiyetini tekrar hatırlayalım. Hatırlatalım ve unutturmayalım. Buradan ilan edelim: Onun çevre vasiyeti, vazifemizdir.
ÖLÜMSÜZ BİR GURUR ABİDESİ
Sadun Boro, Türk amatör denizciliğinin ölümsüz bir gurur abidesidir. Mustafa Kemal’in okyanuslara erişim hayalinin çelik iradeli cesur öncüsüdür. O, Türk bayrağını dünyanın tüm okyanus ve denizleriyle adını bile bilmediğimiz uzak ülkelerde onurla dolaştırdı. Mustafa Kemal’in Türkiye’sinin en seçkin Büyükelçisi oldu. Onu takip eden öğrencisi dünya gezgini Ekrem İnözü’nün şu sözleri onun düşüncelerine de tercüman oluyor:
“Yelkenli ile dünya turu yapanlar arasında, sömürge olmuş bir milletin denizcisine rastlamadım. Denizlerde bayrak dolaştıranlar, genelde hür yaşamış ülkelerin yelkencileriydi. Bana Türk bayrağını dünya denizlerinde dalgalandırma fırsatı veren Atamıza bir kez daha teşekkürler. Nur içinde yatsın.”
Bizler de Türk amatör denizcilerini okyanuslarla buluşturan Sadun Boro’ya şükranlarımızı sunuyoruz. Sonsuzluk okyanusundaki seyrinde ona ışıklar içinde rotalar diliyoruz. Cumhuriyet tarihimizin bu altın evladını saygı ve takdirle selamlıyoruz.
Cem Gürdeniz
Kaynak: odatv