Özlem Ulubay Şahin ve Özkan Şahin çifti olarak 2013 yazından bu güne teknede yaşıyoruz. Özkan Büyükçekmece’nin sayfiye sayıldığı zamanlarda babası ve arkadaşlarına ait kayığı kaçıran bir afacan olarak sevdalanıyor denize. Elinde 7 yaşında babasının yanında çalışırken geçirdiği bir iş kazasından iz taşıyan ve ona bakıp bakıp hatırlayan, ömrünün 36. yılında ne yapıyorum ben deyip, içindeki sesi dinleyip, insanın en büyük hırslarından birine “para kazanma hırsına “gem vurdu. Genç bir sanayici iken ve aslında işinin zirvesindeyken, ani bir kararla işini bıraktı ve biz tanışmadan bir yıl önce, 2012 yılında tekne satın alıp, Bodrum’a yerleşti. Aslında ani bir karar sayılmaz, üzerinde çok düşünülmüş de. 1972 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Heinrich Böll’ün efsane bir hikayesi vardır “Balık Tutma Sanatı”. Orada bir balıkçıyla turistin arasında geçen, insana yaşamı boyunca uğraştığı, didindiği şeyleri sorgulatır cinsten, bir konuşma ilham olmuş Öz’e biraz da. Genç yaşta kalp krizi ve beyin kanaması ile kaybettiği dostları, ziyaret ettiği yaşı büyük sanayicilerin banka hesaplarıyla aynı orantıda dolu ilaç çekmeceleri… Özkan’ı sanki bir kısır döngünün içindeymiş gibi hissettiriyor. Ve yer kürede ne kadar vaktinin olduğunu bilmediğini farkına varıyor ve kalan vaktinde de yapmak istediği şeyi; yani denizi, yelkeni ve sakin yaşamı seçiyor. E tabii ki alıştığı belirli bir yaşam standartı var onu da küçültüyor. Mesela arabamızı sattık. E gerek yok. Birçok şeyin gereksizliğini fark ettik. Deniz öğretiyor; sabrı da, aşkı da, hayatı da, akışı da…
Sonbaharın kışa evrildiği günlerin birinde 8 aylık bir mücadeleci olarak gelmişim dünyaya Samsun’un Çarşamba ilçesinde. Karadeniz ruhu, amazon kadını olmak kodlarımda var yani. Çocukken kimse balıkların da bir türünün uçabildiğini söylemedi ama elime resimli (aslında fotoğraflı) atlas verdiler oyalanayım diye. İşte o günlerde başladı hayal kumpanyaları kurulmaya, sonra Mobby dick, define avcıları, Çoşkun Aral’ın haberci programı vs. ile alevlenen dünyaya ve olan bitene merak duygumun ateşiyle, savaş muhabirliği hayaliyle, keşfetmenin güzelliğiyle ekonomi bitirmeme rağmen televizyondu, haberdi, belgeseldi derken Özkan’la tanışıp tekneye bir biniyorum ve onun deyişiyle bir daha inmiyorum. Kariyer falan görmüyor gözüm. Zaten 3 ay sonra da evlenme kararı alıp, hızlı bir şekilde hayatlarımızı birleştirdik. Bilinçli bir seçimle, bir ev açmadık, mobilya almadık, bunlara ihtiyaç duymadık, tanıştığımız günden bu güne evimiz teknemiz. Aslında ilk 3 sene kışları İstanbul’un farklı şehirlerinde eşyalı evler kiraladık sadece özel eşyalarımızla oradan oraya sürüklendik. Ve sonra bu işin ne kadar gereksiz ve yorucu olduğunu fark edip ondan da vazgeçtik. İlk teknemiz tek gövde bir yelkenli idi, 4 yıldır da çift gövdeli yelkenlimiz, 421 Lagoon Katamaran Özi’de yaşıyoruz. Biz hayallere yelken açmış, ertelemeyip o adımı atmış bir çift olarak da, herkes için, her koşulda, bakış açısını değiştirerek “Başka Türlü Yaşamak Mümkün” diyor ve deneyimlerimizi sosyal medya hesaplarında “baskaturluyasamak” olarak paylaşıyoruz.
Bundan önce hangi seyahatleri yaptınız? Teknenizi tanıtır mısınız?
İlk teknemiz 43 feet tek gövdeli yelkenlimizle deyim yerindeyse hiç yerimizde durmadık. Önce İstanbul’dan Finike’ye kadar kıyı kıyı ülkemizi gezdik. Sonraki sene Yunanistan’a geçip Mora yarımadasını dolaşıp İyon denizinden, Adriyatik’e yelken açtık; sırasıyla Arnavutluk, Karadağ, Hırvatistan, Slovenya ve İtalya’nın doğu kıyılarında seyir yaptık. O kış kızımızı İtalya’da Birindisi limanında bıraktık. Ardından Corinth kanalı üzerinden Yunanistan’ı gezip ülkemize geri döndük. Ve sonraki yıllarda Yunanistan’ın neredeyse tüm kıyılarına ve birçok adasına yelken yaptık.
Tekneye adımımı attığım ilk günden itibaren benim, gözüm hep uzak denizlerde idi. Sadun Boro’nun Kısmet yelkenlisi ile yaptığı dünya turu ve ardından yazdığı kitapla hayallerimize ilk feneri yakmış ilk ateşi düşürmüştü. Tabii o öncül oldu ardından aynı yola çıkan üstad denizcilerimiz, onların kitapları hayaller kurmama sebep oldu. Çok istiyordum engin okyanuslara yelken açmayı, ıssız adalarda dolaşmayı. Lakin Özkan çok sıcak bakmıyordu bu işe, onun için bu biraz da “ego” meselesiydi, “ne gerek vardı!”.
Yıllar içinde yaptığımız geziler ve benim adeta tekneye doğmuş gibi ona uyumlanmam gibi bir sürü faktörden Özkan etkilendi sanırım ve hem teknemize hem de bize güvenmeye ve takım olmaya inandı, sonunda hayallerime ortak oldu. Özkan ne zamanki ikna oldu, o sırada DADD (Denizlerdeyiz Amatör Denizciler Derneği) ile tanıştık ve derneğin düzenlediği DADDralli Karadeniz 2018 rallisine katılmaya karar verdik. Ve Gürcistan sınırına kadar tüm Karadeniz kıyılarında seyir yaptık, sonraki sene de Suriye sınırına kadar ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de dahil tüm Akdeniz kıyılarını yelkenledik. Dünya denizlerine ve okyanuslara göz dikmiştik ama ülkemizin tüm kıyılarını görmeden mi gidecektik! Şu an, iyi ki yapmışız diyoruz, hem ülkemizi her anlamda daha iyi tanıdık, hem tecrübemiz arttı hem de çok güzel dostlar edindik. Hem de şu an yaşadığımız ve büyük seyahati gerçekleştirdiğimiz kızımız Katamaran Ozi’yi satın almaya karar verdik.
Akdeniz rallisini de katamaranımızla yaptık. Bu seyahatte özellikle de tropikal kuşakta daha konforlu ve güvenli hissettireceğini ve rahat edeceğimizi düşündük. Ve aldığımız günden bugüne de peyderpey kızımızı bu uzun yolculuğa hazırladık. Hazırlanırken en çok dikkat ettiğimiz unsur kendi kendine yetebilmekti. Çünkü yelkenle dünya turu yapıyor olmanın en güzel ve motive edici yanlarından biri doğa dostu bir keşfetme yöntemi olması. Uzun yol yelkencilerinin çoğu gibi biz de A noktasından B noktasına giderken hava durumuna bakıp makul rüzgarla hedefimize ulaşmayı amaçlıyoruz. Güneş enerjisiyle enerji ihtiyacımızı hallediyor, suyumuzu su yapıcı ile deniz suyundan kendimiz üretiyoruz. Çıkardığımız çöpe, “Daha Az atık mümkün” diyerek dikkat etmeye çalışıyoruz. Mesela bu ay #plastiksizTemmuz, plastik atıklara dikkat çekmek için biz de bir adım attık. Pasifik okyanusunda kimseye ait olmayan ama hepimize ait olan 8. Bir kıta var, sadece plastik atıklardan oluşan.
Doğa ile daha çok temas ona daha çok saygıyı ve özeni de beraberinde getiriyor ve getirmeli de.
Turist olarak gezmekten faklı bir durum da tekne ile seyahat etmek, Hem bulunduğunuz coğrafyayı her anlamda tanımamızı sağlıyor; dağıyla, derinliğiyle, su altıyla, üstüyle, kıyılarıyla, bitki yapısıyla çünkü hepsi hava durumunu farklı boyutlarda etkiliyor. Ve yerel insanlarla, kültürle daha çok temas demek yelkenle seyahat. Daha çok pazarıyla, yemeğiyle tanışmak demek. Bir ülkenin mutfağını anlamanın da kültürle çok ilişkisi olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Dünya seyahati projenizi detaylarıyla anlatır mısın? Planlanan süre, kaç km, amaç ve sonuçları değerlendirirmisin? (burayı uzun uzun yazarsan sevinirim)Ne zaman yola çıktınız? Nereleri geçtiniz? Şu an neredesiniz? Bu anlamlı projenin ilham kaynağı veya hareket noktası nedir? (kaç ülke, kaç kültür, kaç medeniyet …)
Aslında bizim herhangi bir ilki gerçekleştirmek, yapılmayanı yapmak ya da şunu “başarmak” gibi bir amacımız yok. Zaten başarı nedir ki? Bu yola çıktığımız günden bu güne onu da sorguluyorum. Ve merak ediyorum, gözlemliyorum.
Ama genel hatlarıyla planımız tropik kuşakta daima batıya gitmek sadece Kızıldeniz yerine Ümit burnuna Güney Afrika’ya yönelmek var aklımızda şimdilik ama denizde tam anlamıyla günü gününe bir plan yapamıyorsunuz, Sadece ana hatlarıyla, toplamda 6-7 yıl sürecek bir rotada daima batı var aklımızda. Şu an Karayiplerdeyiz, şimdiye kadar nerdeyse 7500 deniz milinden fazla seyir yaptık Finike’den ayrıldığımız günden bu güne. Burada bir yıl daha kalsak mı diye düşünüyoruz. Sonuçta şu an buradayız bir daha gelebilecek miyiz bilmiyoruz. Aheste aheste kaplumbağa hızında hareket etmek istiyoruz. Bana kalsa semazen gibi dönüp dolanalım denizlerde…
Şimdi 1 Haziran itibariyle kasırga sezonu başladı Karayiplerde. Bizde kasırgalardan kaça kaça Karayiplerin tadını çıkarmaya çalışacağız. Bu arada Güney adalarında kasırga tehlikesi az ya da yok. Güneye ineceğiz yavaş yavaş.
Yıllardır hayalini kurduğumuz bir yoldu bu. Bu arada ben bu maceraya “yol” diyorum çünkü yol ve yolda olmak anlamı derin bir kelime. 2018’de çıkarız dediğimiz seyahate 2022 yılında ancak çıkabildik. 2018 ve 2019 ralli yıllarıydı, e artık 2020’de kesin çıkacağız dedik. Lakin tüm dünya içine kapandı, geçin yelkenle ülke değiştirmeyi, yan sokağa bile korkusuz yürüyemediğimiz “Corona” yılları geldi. Evren, doğa, Allah ya da tanrı ne derseniz bir kez daha öğretti, kesin planlar yapılamaz. Bekledik doğru zamanı ve zaten olması gereken, olması gerektiği zamanda oluyor. Ve sonunda 2022 yılında 9 Nisan öğle saatlerinde Finike Setur Marina’da marinamızın düzenlediği, dostlarımızın ve yörenin mülki amirlerinin katıldığı bir veda partisiyle halatlarımızı kestik. Ardından Rodos’tan Girit’e geçip 2,5 ay Yunanistan’da, İtalya’da ise başta Sicilya ve Sardunya olmak üzere 1,5 ay kaldık. Sonrasında Balear adalarına, oradan da İspanya anakarasından hızlıca Cebelitarık boğazını geçip Fas’ın Tanca şehrine bağlandık.
Orada da bir ay kalıp bazı tamir tadilat işlerimiz halledip, araba ile Fas’ın derinliklerine daldık. Yolculuğun en keyifli gezilerinden biri oldu benim için. Fas iliklerimize işledi, bu kadar etkileneceğimi tahmin ediyordum ama bu kadar zıtlığı bir arada bulabileceğimi tahmin etmemiştim. Çöllere vurduk kendimizi. Çöllerde okyanuslar gibi çekiyor beni kendisine. O sonsuzluk insanın yerini ve yersizliğini gösteriyor, fark ettiriyor. Kalbin ve bedenin kocaman bir boşlukta var olmaya çalışıyor ve sana rağmen ve senle ya da sensiz doğa devam ediyor rutinine. Kumlar uçuşuyor, karıncalar, sinekler dolaşıyor, güne merhaba diyor, bir deve olanca kayıtsızlığıyla geviş getiriyor ve güneş olması gerektiği yerden göz kırpıyor uçsuz bucaksız sahra çölünde aynı okyanusta olduğu gibi.
Sonra Atlas okyanusunda ilk sınavımızı vermek için Fas’tan Kanarya adalarına geçtik. 5 gün süren ilk sınav çok keyifli idi ama beklediğimizden daha çok motor yapmak zorunda kaldık. Okyanus o kadar hareketli ve canlıydı ki, şaşırttı. Her gün doğumu ve batımı çok renkliydi, balıklar, kuşlar, yunuslar, pilot balinalar, uçan balıklar. Bu canlılık ve ilk sınavda okyanusun bize bu eğlenceli yüzünü göstermesi motivasyonumuzu arttırdı. Kanarya adalarına bayıldık, havası munis, insanları cana yakın, fiyatlar uygun, her şeye ulaşım kolay. Aklımız Fas’tan sonra Kanarya adalarında da kaldı. Özellikle La Graciosa’nın asfalt olmayan kumdan sokakları, zamansız günler, yelkovanın ve akrebin birbirini kovalamadığı, sanki herkesin ve her şeyin yer çekimine yenik düştüğü, bu yüzyıla ait olmayan bu ada da tüm sakinliğine rağmen aylarca kalabilirmişim hissine çarpıldık.
Ardından ikinci sınav Cape Verde, Yeşil Burun adaları. Yılbaşında okyanusta olmayı hayal etmiştik ama doğum günümle ilgili hiçbir hayalim yoktu. Doğum günümde kendimi okyanusta buldum, hediye olarak doğa anadan da bir mürekkep balığı geldi tekneye. O an ki mutluluğumu unutamam.
Yeşil Burun adalarından São Vicente adasının Mindelo limanında 3 hafta geçirdik. Ve burayı da çok sevdik. Artık farklı kültürler, gelenekler etkisini göstermeye başladı ama bizdeki heyecan doruk noktasında idi. 26 Aralık Pazartesi akşamüzeri büyük sınav için, yıllardır hayalini kurduğumuz okyanus için “vira bismillah” dedik. Kısmetse yılbaşını da okyanusta geçirecektik. O ilk yola çıktığımız anı; o heyecanı, korkuyu, bilinmeyene atılan adımın verdiği karmaşık duygu durumunu anlatmak için sayfalar yetmez.
19 gün süren okyanus seyrinin ardından Karayipler’de Fransız adası olan Martinik’e demir attık. Hayal gerçek olmuştu. Sonrasında da sırasıyla Dominika, Guadeloupe, Antigua ve Barbuda, St. Baths, Sint Martin, St. Kitts ve Nevis, Montserrat, St. Lucia, St. Vincent ve Granedisler ve Grenada adalarına seyirler yaptık. Şu an Kasım ayına kadar kasırga sezonu, hava durumunu kollayarak gezmeye devam ediyoruz. Önümüzdeki plan ise yine kaba hatlarıyla teknenin bakımlarını yapmak için karaya çekmek ve sonrasında belki bir sene daha buralarda gezmek. Biraz Orta Amerika’yı da gezmek istiyoruz. Pasifik öncesinde Guatemala, Meksika belki Amerika’nın güney sahilleri, Küba gibi daha kuzeydeki Karayip adaları ve belki Güney Amerika’da Kolombiya gibi hayallerimiz var. Henüz netleşmedi.
Denizde plan olmaz, rüzgar nereye götürürse birazda…
Teknede yaşayan deniz gönüllüsü insanlardansınız… Teknede süren yaşam anlayışınızı nasıl anlatırsınız?
İnsan değişiyor yol değiştiriyor, rüzgar değiştiriyor; rüzgar ve güneş göz kenarlarınızdaki çizgiyi netleştirirken, sadece çevrenizdeki nesneleri görme çabasından yapmıyor bunu, o nesnelerin, insanların, toplumların derinlerine bakmak da yerleşiyor o çizgilerin içine. Ön yargılarınız kırılıyor, konfor alanını sorguluyorsunuz. Genel olarak lükse ve tüketime yönelim tüm toplumlarda görülse de, okyanus geçişi ve öncesi küçük teknelerde, geçin okyanus geçmeyi, dünyayı dolaşmayı, bununla Marmara’da adalara bile gitmem diyeceğiniz teknelerle, maaile, çok da zor ve ekonomik şartlarda dünyayı dolaşan, okyanuslar aşan insanlara tanışıyor ve onları görüyor olmak, çok şeyi sorgulatıyor bize. Ve bizdeki denizciliğe ve teknelere bakışı da.
Mesela beni en çok etkileyen şeylerden biri de Norveçli 4 genç kızla tanıştık Kanarya adalarında, sonra onlarla Yeşil Burun adalarında da karşılaştık, 19-22 yaşında 4 genç kızdan ikisi ortak tekne almış ve dünyayı gezmeye karar vermişler, hayata atılmadan önce. Çok mutlu oldum onları görünce, kendi aynı yaş dönemlerimi düşündüm, ülkemizdeki gençleri düşündüm. Keza Martinik’te karnavala denk geldik. İnsanlar o kadar güzel eğleniyorlardı ki, kimse kimseye, ne giydiğine ne içtiğine karışıyor, tek arzuları, hiçbir fark gözetmeksizin, yaşlı genç, çocuk, kadın, erkek eğlenmek.
Ya da yine Karayiplerde sömürgeci güçlerin yaptıkları gördük; yerli Karip nüfusunu yok etmeleri, kölelik tarihine tanıklık etmek.
Sömürülen bu insanların hiçbir yere ait olmamalarına, bir kültür geliştiremiyor olmalarına canlı tanık olmak bir kez daha Atatürk’e ve silah arkadaşlarına, bağımsızlık için mücadele eden Anadolu halkına, bağımsızca bayrağımızı dünya denizlerinde dalgalandırma fırsatımıza minnettarlık duyduk. Ve o yüzden de ülkemizi tanıtmak boynumuzun borcu.
Tüm seyahatimizi ve deneyimlerimizi “Başka türlü yaşamak” adıyla sosyal medya hesaplarımızda (Instagram ve youtube) paylaşıyoruz, MotorBoat&Yachting dergisinde de yazıyoruz. Ve hazır olduğumuzda ya da dönüşte kitap olarak yazmak denizcilik külliyatımıza katkıda bulunmak da bir hayalimiz.
Ve bu arada adım atmaya tedirgin olanları da harekete geçirmek için cesaretlendirebilirsek, daha çok insana denizi sevdirebilirsek, bayrak taşıyıcı olduğumuz için ülkemizi güzel bir şekilde temsil edebilirsek, tanıtabilirsek yabancı denizcilere, deniz insanı olmayı daha da becerebilir ve birkaç kişiyi de özendirebilirsek paylaşımlarımızla ne ala.
Hayallerinize mi yelken açtınız? Ufka bakmak, özgür olmak hangi duyguyu yüklüyor size?
Her sabah farklı vir koyda ya da adada uyanmak sürekli eviniz manzarası değişiyor düşünsenize, evinizi sırtınızda taşıyorsunuz diyeğeim ama evimiz bizi sırtına taşıyor. Engin okyanuslarda olmak, ummana yelken açmak evet özgürlük diyebilirsiniz. Ama bir bakıma da çok sınırlı bir ortam, “canım sıkıldı, şöyle bir alışverişe çıkayım, parkta yürüyüş yapayım, sinemaya tiyatroya gideyim, arkadaşlarla buluşalım” gibi bir durum söz konusu değil. Ya da “yeter artık, çek kenara, ben ineceğim” de yok veya “canım şunu yemek istedi, hadi markete gideyim, alayım, sipariş vereyim” de yok. Sınırlı bir alandasınız, seyahat ettiğiniz araç olarak ama hayal dünyası açısından efsane bir yerdesiniz, sınırsız, geceler gündüzler ufuklar… Okyanus aslında her şeyi de altüst eden; hayal dünyanızı da, birçok kalıbı da altüst eden bir yanı var. Mesela burada balıklar uçuyor, ya da tekneniz çiçek bahçelerinin (Sargassum olarak adlandırılan okyanus yüzeyindeki deniz yosunlarını kastediyorum) içinde yüzüyor. Bir okyanus kuşu var o kadar narin ki görüntüsü (Bosun – At kuyruklu tropik kuş) ama karadan binlerce kilometre uzakta, hırçın okyanus dalgalarıyla, okyanus fırtınalarıyla mücadele ediyor.
Başarı da diyebilirsiniz. Ama kime göre? Kimisine göre en iyi üniversitelerde okuyup, kariyer basamaklarında hızla yükselmek başarı, ya da bir uzun yol kaptanı için okyanus geçmek ne ki, ya da Bosun kuşuna sorsalar bunu güler herhalde. Ya da sevgili Sadun ve Oda Boro’nun zamanındaki şartlarda okyanus geçişiyle şimdikini kıyaslayabilir misin, haşa. Yani başarı da göreceli ve anlamsız bir kelime. Ya da klasik şehir insanının toplumsal düzenin eğitim sisteminin içini doldurduğu manası yok benim için. Artık kelimelerin manası değişiyor ve dünyam değişiyor demek ki, ne güzel, ne mutlu bana.
Gece seyirlerine bu kadar tutkun olacağım aklıma gelmezdi, hayat gibi her şey var, tüm duygu durumları var. Her gün batımı ve doğumu hayal kumpanyaları kurarım ben. Oya Bora’nın şarkısı gibi içinde tüm sevdiklerimin olduğu, dalgaların farklarını düşünürüm, anlamaya çalışarak.
Okyanus mavinin, grinin, siyahın, ayın, güneşin, pembenin, morun, sarının farklı tonlarını görmek demek benim için, evrenin büyüsüne karışmak demek, bir taraftan, karanlık gecede seyir yaparken zifiri karanlığa bakıp Allah’a emanet seyir yaparken kaygılanıp, bir yandan, arkanızı döndüğünde ay ışığının sadece size özel (tam bir bencillikle bana özel diyorum bakın hala, dünya bizim etrafımızda dönüyor sanki) sahneye koyduğu ve okyanustaki binlerce canlının oluşturduğu yüzeydeki ışık oyunları demek. Benim için hayaletler demek kaybettiğim tüm sevdiklerimle buluşup sohbetler demek, “an”da olmak demek, tüm sevdiklerim demek, bulutlar yıldızlar demek yerin ve göğün karışması ve uzayda salınmak demek…
Okyanus aşk demek, evrene aşk demek.
Hala çağırıyor açık denizler. Hep de çağıracak biliyorum…
Hedef kitlenize, takipçilerinize ve ilham olmayı düşündüğünüz insanlara neler söylersiniz?
Bizim Antalya’dan dünya turuna başladığımız hafta, bir başka Türk çift de, Zehra ve Hasan ŞİRİN 6 yıl sonra dünya turunu bitirip yelkenli tekneleri “Kandiba” ile çıktıkları yere, Antalya’ya döndüler. Biz de yelkenci arkadaşlarımızın önerisiyle yeni bir ritüel başlatmaya karar verdik. Onlardan Türk bayrağını Sevgi ve Hakan BAŞER çiftinin 500 km yol yapması ile teslim aldık ve kısmetse aynı bayrağı sonra dönüşte başkasına emanet etmek istiyoruz, böylece aynı Türk bayrağı dünyanın etrafını birçok kez turlamış olacak.
Finike’den 9 Nisan günü ayrıldıktan sonra günlerin yorgunluğu ve benim daha henüz yeni Covid’den kurtulmuş, olmam hala yorgunluğunun ve tüm hazırlık stresinin devam etmesi nedeniyle çok fazla seyir yapamadık ve 3 saat seyir mesafesindeki Kekova Kaleköy’ün önüne demir attık. Koyda tek tekneydik. Akşam gün batmak üzereyken teknenin pupasında iki kafa belirdi. Biz Karayip korsanları derken, Kaleköy korsanları mı geldi? Önce tedirgin olduk bir iki saniye. Ve iki genç çocuğa neden burada olduklarını sorduğumuzda, ellerindeki paketi uzatıp, “bu sizin için” dediler. Önce anlamadık ve “yanlış galiba” dedik. Ama bizden başka da tekne yok. “Yok sizin için, Betül ve Sezgin TEKİN yolladı” dediler. Arkadaşlarımız bize sürpriz yapmak istemişler. Onlar bizi uğurladıktan sonra marinada dostlarımızla birlikte yemek yerken bizim orada yalnız olmamız içlerine sinmemiş ve böyle bir jest yapmışlar.
Okyanusa açıldık, önümüzde kuş uçumu 2200 deniz mili var, yola çıktıktan 4 saat sonra Özkan hasta oldu. Ve üç gün boyunca gece gündüz neredeyse tek başıma, bir de Özkan’a bakarak seyir yaptım. Okyanusun son haftasında uydu telefonumuzun kontörü bitti. Ailelerimiz ve arkadaşlarımız telaşlandı, biz onlara ulaşamadık diye telaşlandık. Bizi arayan denizci dostlarımız Meral ve Atakan AYAR sayesinde yeniden kontör yükleyip ailemize ulaştık.
Önce bu maceraya atılırken bize güvenen ailelerimiz ve dostlarımız var. WEDGE çapa bize güvendi ve çok kıymetli bir çapa hediye etti ve biz de yaklaşık 1,5 yıldır dünya denizlerinde kızımızı ve kendimizi ona emanet ediyoruz. Şölen çay, Beypazarı hediyeler gönderdiler. Antalya Gemi yöneticileriyle ve çalışanlarıyla yanımızda oldu tüm kara park sürecinde.
Setur Finike Marina çok güzel uğurlama organize etti.
Kumluca ve Finike Belediye Başkanlarımıza, ve her iki ilçenin halkına destekleri için teşekkür ederiz.
Okyanusta hava durumu desteği ve koçluğu yapan denizci dostlarımız başta Suat ZEYBEK, Ahmet KABAALİOĞLU ve Atakan AYAR’a da teşekkür ederiz.
Sevgili denizci dostumuz Fatih ÇEKİRGE’nin bizimle ilgili yazdığı yazının ardından, bizimle iletişime geçen Sayın eski Rodos Başkonsolumuz Atıf ŞEKERCİOĞLU’na de teşekkür ederiz. Tanışmamızın ayrıca özel bir anlamı var; tamda o gün daha dünya seyahatimizin ilk yabancı durağı olan Rodos’ta ayak bileğimin çatlaması ve hastanelik olmamla tanışmamızın aynı güne denk gelmesi sonucu, yaşanan tüm süreçte hissettirdiği yanınızdayız duygusuyla ve seyahat sürecinde de her konuşmamız da açtığı ufukla yeri ayrıdır.
Ve yine Fas‘ta bizi konutunda ağırlayan ve sohbetiyle bakış açımızı genişleten Sayın büyükelçimiz Ömer Faruk DOĞAN’a da teşekkür etmemiz gerekir.
Ayrıca bizi destekleyen DADD Ralli ailemiz ve tüm sevdiğimiz dostlarımız, doktor ve diş hekimi dostlarımız, sosyal medya hesaplarımızdan hem manevi hem maddi destek veren tüm dostlarımız bize aile oldular uzak diyarlarda. Ve yine uzak diyarlarda bizi canla başla ağırlayan Türkler sayesinde kendimizi dostlarla çevrili hissettik ev özlemimizi giderdik.
Seyahat kültürü ve dünyayı tanımak arasında nasıl bir bağ var ?
Okyanusa açılırken şu satırları yazmışım not defterimin bir kenarına, yol senin içinde nereye gidersen git kendini taşıyorsun oraya. Mühim olan içinde yolculuğa çıkabilmek içindeki deryaya açılabilmek.
Korkmayın her yere kendinizi taşıyorsunuz. Tüm kaygılarınız, sıkıntılarınız, korkularınız sizin içinizde aslında. Doğa da ölümde hep bir dönüşüm var. Bazen bir kelebeğin kanadında bazen bir böceğin kuyruğunda. Bazen de bir yunusun burnunda, bazen de bir okyanus dalgasının kırılmasıyla havaya uçuşan deniz taneciğinde hep varız. Sevmekten ve bunu abartmaktan kokmayın. Kim bilir belki biri, çok işi olduğu için ertelediği ama uzun zamandır hayalini kurduğu seyahatin biletini satın alır birazdan bu yazıyı okuduktan sonra…
Ya da birisi, yaşadığı şehrin henüz keşfetmediği, en güzel manzarasını seyretmek için, çantasını koluna takıp kapıdan dışarı çıkar veya rutinini bozup, her gün geçtiği sokaktan değil de bir paralelinden geçer, köşedeki manava selam vererek… Belki de işe gidip gelirken, hızlı adımlarla arşınladığı caddede kafasını kaldırıp yavaşlar ve en güzel balkonu görür böylece çiçeklerle kaplı, sevgilisinin elini sımsıkı tutarak birlikte ilmek ilmek işlenmiş seyahat hayalleri kurarlar. Çünkü ortak hayallerdir, amaçlardır, çabadır, mücadeledir “biz” yapan bireyleri…
Kısacası, en azından ben, Özlem, herkes kendi kapısının önünü süpürürse tüm sokağın, hatta dünyanın güzelleşeceğine inanan bir romantiğim hala. O yüzden de herkes için, her koşulda başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Karar sizin; göz kenarlarınızdaki çizgiler oturduğunuz yerde izlediğiniz televizyon ekranının yaydığı doğal olmayan ışıkla mı oluşsun ya da farklı kültürlerin tozu toprağı, derinliği mi sinsin kırışıklıklarınıza?
Güneş sonsuz mavilik üstüne doğarken, ufukta beliren renkleri ya da batarken çok özel şartlarda oluşan yeşil ışığı, seçmek için gözlerini kısırken oluşan çizgiler mi yer etsin yaşanmışlıklarınızda?
Gökhan Karakaş {Milliyet}
DENIZKARTALI Haber Portalı – https://denizkartali.com/ozlem-ve-ozkan-baska-turlu-yasamak-icin-yelken-actilar-denizden-dunyayi-dolasiyorlar.html