15 Ekim 2014 Çarşamba
– OLAY SALCAN- turizmhaberleri.com/ Ankara
DÜNYA KAZAN BEN KEPÇE DİZİSİ:
BÜYÜK İSKENDERİN’İN MEMLEKETİ
MAKEDONYA
Uzayda bir gezegen parçalanıyor ve sonuçta parlayan çeşitli boylarda yeni yıldızlar meydana geliyor. Bir zamanlar beraber bir bütün olarak yaşarlarken, bu gün tamamen müstakil, kendi ayakları üzerinde durma çabası içerisinde olan bu yıldızlar kendilerine yeni bir yörünge bulma gayreti içerisindeler. Gerçekten son zamanlarda dünyada olmuş olayların en önemli ve dikkat çekici olanlarından birisi de, Yugoslavya nın parçalanışıdır.
Bu gün on iki devletten oluşan Balkan Devletleri nin yedi adedi bu parçalanan devletlerden oluşmaktadır. Ben de bu Balkan gezimde sizlere Makedonya, Bosna Hersek, Karadağ, Hırvatistan, Arnavutluk ve Sırbistan da gezdiğim ve gördüğüm yerleri aktarmaya çalışacağım. Türkiye den ayrıldıktan sonra, bir hafta içerisinde bir defada birçok ülkeyi gezmiş olacağız.
Osmanlı İmparatorluğu nun toprakları içerisinde asırlarca kalmış olan bu ülkelerde, bir zamanlar çok sayıda Türk ün yaşadığını ve Osmanlıların burada birçok eser inşa ettiklerini biliyoruz. Ancak gerek burada yaşayan Türklerden ve gerekse Osmanlı nın inşa ettiği eserlerden fazla bir şey kalmadığını da ne yazık ki diğer Balkan ülkelerine daha evvel yaptığımız gezilerden öğrenmiş bulunuyoruz. Artık kalanlar ve görebildiklerimizle yetinmek durumundayız.
Ancak her şeyden önce buralarda yabancılık hissetmeyeceğimizin de ümidi içerisindeyiz. İşte bu duygular içerisinde yolculuğumuza İstanbul Atatürk Hava Liman ından başlıyoruz. İlk durağımız Üsküp, Makedonya. Daha sonra da tüm Balkan Turumuzu kara yolundan yapacağız.
ÜSKÜP
Makedonya nın başkenti olan Üsküp ün hava limanın ismini Büyük İskender koymuşlar. Küçük ve sade bir havalimanı. Pasaport işlemlerinden sonra Makedonya topraklarına adım atıyoruz. Benim pasaport işlemlerimi yapan görevli bana “merhaba ” ve arkasından “Makedonya ya hoş geldiniz ” diye Türkçe konuşmaya başladığında bu Balkan gezimizde hiç te yabancılık çekmeyeceğimiz ümidi kuvvetleniyor. Daha da güzeli insanın içi bir hoş oluyor. Hem memnun oluyoruz ve hem de gururlanıyoruz. Hindistan da Türk izlerini gördüğümde hissettiğim güzel duyguları dünyanın batısında da hissetmek güzel olacak.
YOK OLAN DÜNYA MİRASI
Otelimiz, Üsküp ün en güzel yerinde, meydana bakıyor ve tam da Varna nehri kenarında. Hemen önümüzde de 16. yy.da inşa edilmiş, Osmanlı mimarisinin güzel örneklerinden birisi olan tarihi taş köprü. Bu köprüyü geçince Üsküp ün diğer yakasına adım atmış olacağız. Pencereden baktığımızda görünen kale, tarihin içinden fırlamış bir volkan gibi tepede bütün çekiciliği ile duruyor. Gece görüntüsü ise, ayrı bir güzel. Balkanlar daki din, kültür ve etnik çeşitlilik, Makedonya da da hissediliyor. Gerçekte Makedonya, Ankara ili kadar bir yüz ölçüme ve yaklaşık 2 milyon nüfusa sahip küçük bir devlet.
1389 yılında, yani İstanbul un zaptından önce Osmanlı hakimiyetine girmiş. Ancak ne kadar yazıktır ki Osmanlıdan da fazla bir şey kalmamış. Halbuki Osmanlı, Üsküp e çok önem vermiş, onu hep ayrı bir yere koymuş ve Anadolu ya yapmadığı kadar büyük yatırımlar yapmış. Dünya mirasına çok zarar vermişler. Bu gün bu büyük imparatorluğun eserlerine sahip olmaları onların en büyük zenginlikleri olacaktı. Tam bir miras yedi gibi davranmışlar.
SANKİ ANADOLU
Vardar nehri, Üsküp ü yalnızca fiziksel olarak ikiye bölmüyor, aynı zamanda dinsel, kültürel ve etnik olarak da bölüyor. Bir tarafı tarihi dokusunu korurken, diğer tarafı yeni binalar ile geliştirilmiş. Türklerin yaşadığı eski şehir, Osmanlı mimari yapısında. Burada yaşayan soydaşlarımızla yaptığımız konuşmalarla birbirimizle hemen kaynaşıyoruz. Sıcakkanlı, kibar ve sevecen insanlar. Çarşısında dolaşırken kendimizi bir Anadolu kasabasında dolaşır gibi hissediyoruz. Yan tarafındaki bitpazarı ise gözümüzün hiç yadırgamayacağı görüntü ve hareketlilikte.
Şehrin yeni kesiminde ise: komünist yönetim tarafından gerçekleştirilen mimari yapı hakim. Genellikle Makedonların oturduğu kesimde, Hıristiyanlık sembollerinin dikkat çekecek kadar fazla ve görünür olmasını, karşı tarafa verilmeye çalışılan bir mesaj olarak yorumlamaktan kendimizi alamıyoruz. Özellikle: şehrin eteklerinde kurulduğu dağın tepesine yapılan, gece aydınlatılan ve her yerden görülebilen devasa bir haç, bu yorumu daha da kuvvetlendirecek nitelikte.
İNŞAAT VE HEYKEL
Her taraf, bir şantiye görüntüsünde. Devamlı ve yoğun bir inşaat faaliyeti var. Etrafı görmek için otelimizden ayrılıp tarihi taş köprüden geçerek otelimizin penceresinden görülen meydana geliyoruz. Ancak köprüye gelene kadar çok sayıda heykel dikkatimizi çekiyor. Meydandakileri de bunlara ekleyince etraf heykelden geçilmiyor. Bu kadar küçük bir alana çok sayıda heykel yapılması burasını bir heykel galerisi haline getirmiş. Sanat galerilerinde bile görüntüyü bozmamak için fazla sanat eseri sergilenmez. Burada bunu abarttıkları bir gerçek. Hele hele meydanın tam ortasındaki Büyük İskender in heykelinin büyüklüğünde, çevre ile uyumu göz ardı ederek çok fazla abartıya kaçılmış. Bu küçük meydanda bu kadar büyük bir heykel çok orantısız olmuş.
GÖRÜLECEK YERLER
Üsküp te görülüp gezilecek en önemli tarihi yapıtlar, Taş Köprü, Türk çarşısı, Türk ve Yahudi mahallesi, Davut Paşa Külliyesi, Mustafa Paşa Camii, Yahya Paşa Camii, Sultan Murat Camii, İsa Bey Camii, Çifte Hamam, Sulu Han ve Kurşunlu Han, Saat kulesi. Mustafa Paşa Camii bahçesindeki Osmanlı mezar taşları, burada yaşananların yazılı birer anıtı gibiler. İstasyona giderken yolumuzun üzerinde Nobel Barış Ödülü sahibi Rahibe Terasa adına yapılmış gösterişli bir bina ile önündeki heykelini görüyoruz. Alışveriş merkezi ise başlı başına bir güzellik. Burada rastladığımız Türkler ve esnaf, bizim Türk olduğumuzu anlayınca en yeni haberleri alma gayreti içerisine giriyorlar. Kimileri dükkanına, kimileri de kahvehaneye bir bardak çay ikram etmek için davette bulunuyorlar, ama bizim o kadar bol zamanımız yok. Ufak çaptaki el sanatları dükkanları, hala varlıklarını koruyorlar. Görüntü, tipik bir Anadolu kasabası.
Bu bölgeyi terk ettiğimizde yanı başında bulunan ve hemen hemen her malın satıldığı bir alana giriyoruz ki, buradaki hareketlilik ve kalabalık baş döndürücü. Sanki bütün Üsküp buraya gelmiş. Kimisi malını elinde, kimisi de gezici tezgahlarda satıyor. Bir kısım dükkanlar da kapalı çarşıya benziyorlar. Bunların arasına dalıyoruz. Makedonya nın her tarafından insan var. Bu nedenle insanlarını tanıma fırsatını buluyoruz.
Karnımız acıktığında eski şehir bölümünde bulunan köftecilerin birisine girerek Üsküp köftesi yiyoruz. Uzun ve büyük boyda başka bir tabakta doğranmış soğan, közlenmiş yeşilbiber ve yanında bazlama ile servis yapılan köftenin lezzeti üst düzeyde, katiyetle tavsiye ederim. Daha sonra çarşıdaki Abdi Ağa tatlıcısında alacağınız bir bardak limonata sizi ferahlatacak ve iyi gelecektir.
Akşam hava karardıktan sonra, insanlar Üsküp meydanına dolduruyorlar. Kimileri kafelerde oturup sohbet ederken büyük bir çoğunluğu turluyorlar. Köprü dahil ışıklandırılan önemli binalar ve heykeller, gündüz görüntülerinden çok farklı bir görünüyorlar.
Yarın aracımızla gezimize devam edeceğiz. İlk durağımız Kalkandelen (Tetovo). Üsküp, Kalkandelen arası karayolu ile 48 km.
FARKLI BİR OSMANLI ESERİ
Makedonya’da görülecek tarihi eserlerin en güzellerinden birisi de, alışılmış Osmanlı döneminin geleneksel mimari tarzından farklı özellikler göstermesi açısından önemli bir yere sahip olan Kalkandelen şehrindeki altı asırlık tarihi ile Alaca Camii. Bu caminin mimarisine baktığımızda son derece basit bir görüntüsü var, ama önemli farklılığı, iç ve dış duvarlarını süsleyen renkli motifler. İçinin duvar ve tavanına canlı renklerle, göz alıcı yıldız ve çember motifler yapılmış iken dış cepheleri dörtgen şeklinde renkli kalem işleriyle süslenmiş. İnsana son derece sempatik ve cana yakın görünüyor. Özellikle Mekke manzaraları dikkat çekici. Bakanlara sanki birbirinden ayrı yapılmış görünümünü veren üç adet yarım daire şeklindeki balkonları, caminin iç tasarımındaki zevk ve zeka pırıltılarını yansıtıyor. Bu caminin bir örneği Ödemiş in Bademli ilçesinde bulunan Kılcızade Mehmet Efendi Camii. Bu camiyi daha evvel görme fırsatım olduğundan; onun bir örneğini başka bir ülkede, Bademli den kilometrelerce uzakta görebilmek, gezmenin ayrıcalığı değil de nedir?… Kalkandelen e gelmişken burada bulunan Harabati Bektaşi Tekkesini de görmek istiyoruz.
BEKTAŞİ TEKKESİ
Tekkeyi dışarıdan görmek mümkün değil. Çünkü etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş. Şar Dağları na yaslanan tekkeye üzerinde kule bulunan büyük ve gösterişli bir giriş kapısından giriyoruz. Geniş ve ağaçlıklı bir bahçe içerisine serpiştirilmiş binalar var. Tekke, 1538 yılında Sersem Ali Baba veya Server Ali Baba adlarıyla anılan iki Bektaşi babası tarafından kurulmuş. Bugün Baba Mondi tarafından temsil ediliyor. Hikayesi ise Alevilerin ortak kaderiymiş gibi, yıkım, baskı ve direnişlerle dolu. 1945 yılında kapatılan tekke, 1948 yılında eşkiyalar tarafından yakılmış. Daha sonra, Yugoslavya döneminde, restore edilerek turistik tesis haline getirilmiş.
Yugoslavya nın dağılması ile 1992 de tekkenin Kış Evi ve Meydan Evi gibi bazı bölümleri yeniden açılarak faaliyetlerine hız verilmiş. Sünniler ve aleviler arasında çıkan anlaşmazlıklar nedeni ile 2010 da bazı bölümleri Suniler tarafından ele geçirilmiş. Suniler, meydan evini Mescit olarak kullanılmaya başlamışlar. Gezerken gördüklerimizden ve konuşmalardan bu gerginliğin hala devam ettiğini anlayabiliyoruz.
Burada görevli olarak çalışan Derviş Abdülkadir, büyük bir olgunluk ve kararlılıkla görevini sürdürmekte ve kaybedilenleri geri alma umuduyla çalışmalarına devam etmekte.
Bundan sonraki durağımız bizim için son derece farklı bir yer olan Manastır (Bitola). Kalkandelen ile Manastır arasındaki mesafe, 165 km. O kadar heyecanlıyız ki sanki yol bitmek bilmiyor.
DUYGU DOLU ANLAR
Selanik teki askeri ortaokulu bitiren ve ergenlik çağında delikanlılığının ilk dönemlerine giren Mustafa Kemal, Manastır Askeri Lisesi nin kapısından içeri girerken ileride yok olmaya başlamış bir imparatorluktan yeni ve canlı bir devlet yaratacağını hayal edebiliyor mu idi, kim bilebilir? Bu okul, bu gün kültür müzesi olarak hizmet veriyor. Merdivenlerden ikinci kata çıkıp sola döndüğümüzde Atatürk Anı odasının kapısından içeri giriyoruz. Girişte bizi Makedon ve Türk bayrakları ile Atatürk portreleri karşılıyor. Anı defterine ellerim titreyerek duygularımı; boğazımda düğümlenen hıçkırıkla ve gözümdeki bir damla yaşla birlikte yazmaya çalışıyorum. Odanın genelinde Türkiye den gönderilen Atatürk ile ilgili pek çok resim var. Ayrıca otuz dakika süren bir belgeseli seyretmek fırsatı da var. Odaya Atatürk ün balmumundan yapılmış heykeli de bir farklılık katıyor.
BÜYÜK BİR AŞK
Manastır daki en güzel hikaye, hiç şüphesiz Atatürk ile Eleni Karinte nin yaşadıkları aşk. Her türlü çılgınlığın yapılabileceği hayatlarının en güzel çağında, birbirlerine delicesine aşık olan bu gençlerin aşkları, mutlu sonla bitmiyor ve ayrılıyorlar. Eleni, Atatürk e gönderdiği mektubunda özetle “Çok seneler geçti ben senden hala haber bekliyorum…. Bir günlük tanıdığım ve aşık olduğum erkeğe tüm ömrümü ithaf ettim. Tüm ömrüm bir gün içerisinde. Ebediyen seni seven ve seni bekleyen Eleni Karinte. ” diye yazıyor. Gerçekten de talipleri çıkmasına rağmen hiç evlenmeyen, babası ile arası da bozulan, bu nedenle de maddi sıkıntıya dahi düşen Eleni, ölünceye kadar sözüne sadık kalıp bekliyor. Atatürk de onu unutmuyor ve takip ederek bozulan durumuna yardımcı olmak için maddi yardımda da bulunuyor. Eleni nin oturduğu ev bugün son derece bakımlı durumda ve Manastır ın en güzel sokağı olan, Sirok sokağı üzerinde.
Manastırdan Ohrid e kadar olan 63 km.lik yol üzerinde Rense ye uğruyoruz ve orada bulunan, halihazırda mozaik müzesi olarak hizmet veren Niyazi Bey in konağını ziyaret ediyoruz. Dışarıdan muhteşem görünen bu konağın içerisindeki görüntü karşısında hayal kırıklığı yaşıyoruz. Yalnızca dışarıdan görüp geçmek büyük bir zaman kazancı olur.
MAKEDONYA NIN MADALYONU
Ohrid, Ohrid Gölü kenarında kurulmuş son gerece sevimli turistik bir şehir. Denizi olmayan Makedonya için pırlanta bir madalyon. Gerçekten de pırıl pırıl temiz bir suyu var. Akşam güneşin ışıkları da vurduğunda göz alıcı oluyor. Göl 1979 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi ne eklenmiş. Ohrid in turistik özelliğinin yanında, tarihsel ve doğa yapısı da son derece güzel. Kıvrıla kıvrıla uzayan daracık sokakları sınırlayan Osmanlı mimarisinin güzel örneklerini restore edilmiş halleriyle görmek çok güzel.
Bu sokaklardan yukarı doğru yürümeye devam ettiğimizde bir meydana geliyoruz. Meydanda 11. yy.da inşa edilen Ayasofya kilisesini görüyoruz. Sağa doğru dik bir yokuşu tırmanmaya devam ettiğimizde sağ tarafımızda M.Ö. 3. yy.da inşa edilmiş Roma antik tiyatrosu ile karşılaşıyoruz. Biraz daha gayretle yürümeye devam ettiğimizde Çar Samuel Kalesi ne ulaşıyoruz. Osmanlı dan kalma cami de şehre tarihi bir zenginlik katıyor.
Buradan aşağıya doğru gitmek kolay, hava da kararmaya başladığından açlığımızı da hissetmeye başlıyoruz. Yolumuzun üzerinde 13 yy. yapılmış Aziz Kliment Kilisesi ni görüyoruz. Bir zamanlar katedrale dönüştürülerek piskoposluk merkezi haline getirilmiş. Bence en etkileyici kilise hiç kuşkusuz, 13. yy.da yapılmış Aziz Yovan Kaneo Kilisesi. Diğerlerine göre çok daha ufak olan, ancak tüm gölü ve şehri görecek şekilde bir tepe üzerine inşa edilmiş bu kiliseden görünen manzara muhteşem. Bu manzaradan ayrılmak çok zor, ama bizi bekleyen eğlenceli bir yemek var. Artık midemizin esiriyiz.
Akşam yemeğini yiyeceğimiz lokanta, güzel bir lokanta. Kapıdan içeri girdiğimizde burnumuza kadar gelen yemek kokuları da, burada güzel bir akşam yemeği alacağımızın müjdecisi. Daha da güzeli, kulağımıza gelen Balkan müzikleri. İlerleyen saatlerde kıvrak canlı bir müzik eşliğinde alınan lezzetli yemeklerle zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Ohrid de Belvica isimli balık, çok lezzetli. Bunun yanında Ribna Çorba ve başlangıç olarak sunulan ve yoğurt ile sarımsaktan yapılan Makalo adlı yemekte ayrı tatlar. Kahvaltıların gözdesi Osmanlıdan kalma börekler de, Burek adı altında satılıyor.
Sabah kahvaltıdan sonra Arnavutluk a doğru hareket edeceğiz.
Bir başka yazımda buluşma üzere hoşça kalın. Saygılarımla.
olay.salcan@gmail.com
www.olaysalcan.com
Kaynak: turizmhaberleri.com