Hava İle Yapılan Dalışlar ve Sınırları
İlk regülatör icat edildiğinden bu yana, insanoğlu daima derinlikleri keşfetmek ve keşfettikçe de daha derinlere inmek arzusunda olmuştur. Sınırlar zorlandıkça daha fazlası hedeflenmiş, aşıldıkça daha derini istenmiştir. Elbette, dalışların teorik sınırı okyanus tabanıyla sınırlı olmakla beraber, insan fizyolojisi ve sağlığı açısından dalış derinliklerinde bazı kısıtlamaların olduğunu bilmek durumundayız.
Sınırlar çoğu zaman kişiden kişiye değişebilir. Dalgıcın fiziksel kondisyonu, ruhsal durumu vb. unsurlara bağlı olarak, rekreasyon amaçlı yapılan sportif dalışlarda elimizdeki verilerden yola çıkılarak uygun sınırlar belirlenmiştir. Bunların tamamı henüz %100 doğru kabul edilmese de şu an için elimizdeki bundan ibarettir. Konuyu derinlemesine incelemeye kalkarsak, bize sınırları dikte eden tabloların aslında çok da fazla bilimsel dayanağı olmadığını, daha çok ABD Donanması’nın deneylerinden edinilen verilerle “göz kararı” oluşturulduğunu görürüz. Ancak, sportif dalgıçlar için bu konular biraz “cıs” olup, çok da fazla tartışılması istenmiyor, beklenmiyor. Giriş seviyesi eğitimlerde bu sınırlar tartışmasız doğru olarak kabul ediliyor ve dikte ediliyor.
Aslında bu seviyede bir dalgıç için bu yanlış bir önerme değildir. Nitekim, daha emeklemeden koşamayacağımız, hecelemeden okuyamayacağımız gibi, temel dalış prensiplerini bilip uygulamaksızın alternatif arayışlarına gitmek de anlamlı olmayacaktır. Öte yandan, belli bir birikim ve tecrübeye sahip bir dalgıç eninde sonunda “teknik dalış”, “Doing It Right – DIR”, “mağara dalışı”, “karışım gaz dalışları” gibi bir takım kavramlarla karşılaşacak, kurallara sıkı sıkı uyulduğu taktirde basınçatımlı (dekompresyon) dalışların “öcü” olmadığını düşünmeye başlayacaktır.
Bu makale, hangi seviyeden olursa olsun, bir dalgıca bu âlemde daha ne gibi alternatifler olduğunu göstermekten başka hiç bir amaca sahip değildir. Karışım gazlarla ya da havayla olsun, yetkili bir dalış okulundan doğru bir eğitim alınmadan yapılan dalış faaliyetleri hayati tehlike yaratabilir. Bu perspektifle, okumakta olduğunuz bu doküman kesinlikle eğitsel bir kapsam ve amaçta değildir.
Çevremizde sıkça dinlediğimiz sohbetlerde “havayla 60 metreye indim, bir şey olmadı”, “narkoz nedir bilmem”, “derine indikçe kendimi daha iyi hissediyorum” gibi sözler duymuşuzdur. Derine inmek gerçekte bir marifet olmadığı gibi, bunu hava ile yapmak ise kazaya ve ölüme yakınlaşmaktan başka bir anlam içermez. İlle de derin dalış yapmak istiyorsanız, “kuru havayla yapılmaz” ilkesini aklınıza büyük ve kalın harflerle yazın.
Hava %78 azot (N2), %21 oksijen ve %1 diğer (CO2, Ar vb.) gazlardan oluştuğunu biliyoruz. Yine dalışla ilgili temel fizik kanunlarından, gazların basınç altında hacim değiştirdiğini1, sıkıştırılmışgazların sıvı içinde kısmi basınçları oranında çözünüp2, buna bağlı olarak kana karıştığını ve kanda çözünmüş gazların bedenimizde bilinen ya da bilinmeyen bir takım etkilere sebep olduğunu da biliyoruz.
Bildiğimiz yan etkilerden özellikle 3 tanesi bizi bu makalenin kapsamında öncelikli olarak ilgilendirmektedir.
1. N2 gazının kısmi basıncı (ppN2) eğer 3,16 ATA’dan daha fazla olursa dalgıcın üzerinde narkotik bir etkiye sebep olur3; “azot narkozu” ya da “derinlik sarhoşluğu” denilen durum ortaya çıkar (burada ve bundan sonra, 1 ATA basınçtaki kuru havada N2’nin oranı, hesaplamaları kolaylaştırması açısından %79 alınacaktır). Buna göre 3,16 ATA’yı N2’nin havadaki oranına (0,79 ATA) bölersek, elimize 4 ATA basınç çıkar. Deniz seviyesindeki 1 ATA’lık atmosfer basıncıve denizde her 10 metrede 1 ATA basınç artışı olduğunu hatırlarsak, N2’nin 30 metreden itibaren narkotik bir etkiye sahip olacağını anlamış oluruz. Rekreasyon amaçlı dalış sınırlarının 30 m ile sınırlandırılmış olmasının temel sebebi budur.
1. Yaşam kaynağımız olan O2 gazı, kısmî basıncı (ppO2) 1,64 ATA’yı geçtikten sonra zehirleyici bir etkiye sahiptir. “Oksijen zehirlenmesi” olarak bilinen bu etkinin kuru havayla yapılan dalışlarda 66 metreden sonra gözlemlenmesi beklenir (1,6/0,21 = 7,6 ATM → 66 m). Oksijen zehirlenmesi merkezi sinir sistemimizi olumsuz etkileyerek tünel görüş, bilinç kaybı gibi bir takım belirtiler oluşturur ve ölüme kadar gidebilecek sorunlar doğurur. Bu durum derin dalışlardaki en büyük tehlike olarak değerlendirilebilir.
2. Dekompresyon hastalığıya da halk arasında bilinen adıyla “vurgun”, basınç altında solunduğu için sıvılaşarak kan dolaşımına karışan ancak daha sonra dip zamanı ile çıkışhızına bağlı olarak solunum yoluyla vücuttan atılamayıp, kanda kabarcıklar halinde beliren N2 gazının neden olduğu bir durumdur. Havayla ya da başka türlü yapılan her türlü dalışta, belirli derinliklerde belirli süreler aşılır ve buna karşın basınçatım durağı yapılmaz ya da çıkış hızı sınırlarına uyulmazsa, dekompresyon hastalığına yakalanırız.
Bütün bu saydığımız nedenlerden dolayı, günümüzde rekreasyon amaçlı dalışlar sadece eğitim amaçlı olarak 42 m ve normal şartlarda da 30 metreyi aşmayacak şekilde sınırlandırılmışve bu tip dalışlarda basınçatım uygulamasına da yer verilmemiştir.
Elbette bu durum birçok meraklı dalgıcı, keşfedilmesi gereken o kadar şey varken durduramamıştır. İnsanoğlu her zaman olduğu gibi zekâsını kullanarak bu sorunları aşmanın yolunu bulmuştur. Gazlarla oynamanın büyülü dünyası işte böyle başlamıştır.
NOAA Diving Manual
Yener Çeltikçi
Tel: +90-532-597 73 86
E-Mail: yener@fraterna.com