Dalış sporunun kadınlar arasında giderek yaygınlaşmasına rağmen doğrudan kadınları ilgilendiren bilgilerimiz son derece sınırlıdır. Dalış tabloları, hastalıklarla ilgili bilgiler, malzeme tasarımları, dalış yöntem ve teknikleri hep sağlıklı genç erkekler göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Bunda şüphesiz en büyük pay yüzyılın ilk yarısında yapılan dalışların kaba güce dayanan ve sağlıklı genç erkeklerin yapabileceği bir meslek olmasıydı.
Dalış teknolojisindeki gelişmeler günümüzde dalışı yalnızca bir meslek olmaktan çıkarmakla kalmamış aynı zamanda kadınların, yaşlıların ve hatta özürlülerin bile yapabileceği bir spora dönüştürmüştür. Bu nedenle fizyolojisi genç ve sağlıklı erkeklerden farklı bu gruplara yönelik çalışmalar da hız kazanmıştır. Kadın ve dalış denildiğinde ilk önce Japonya ve Kore’de dalışı yüzyıllardır bir meslek olarak yapan Amalar akla gelmektedir. Amalarla ilgili ilk bilgiler M.Ö. 268’e kadar uzanmaktadır. Bu dönemlerde Ama terimi her iki cins için de kullanılmakla birlikte her iki cins de dalış amacı ve tarzı açısından farklılık gösteriyordu. Kadınlar daha çok kabuklu deniz canlıları topluyor, erkekler ise zıpkınla balık avlıyorlardı.
Zamanla erkeklerin dalıştan uzaklaşmasıyla Amalar kadınlardan oluşan bir topluluk halini almıştır. Erkeklerin dalışı bırakmalarıyla ilgili çeşitli söylentiler bulunmaktadır. Bunlardan biri dalışın kısırlığa yol açtığının zannedilmesi, diğeri bu bölgelerdeki soğuk su dalışı şartlarına kadınların daha iyi uyum sağladığıdır. Ancak en tutarlı görüş 6. ve 7. yüzyıllarda toplumun giderek erkek egemen bir hal alması erkeklerin çeşitli savaşlara asker olarak katılması ve dalış işinden uzaklaşması olarak görülmektedir. Günümüzde de varlığını sürdüren Amalarla ilgili birçok fizyolojik çalışmalar yapılmıştır. Hipotermi, soluk tutarak yapılan dalış fizyolojisi, dalış ortamına adaptasyon konularında bilgilerimizin bir çoğunu Amalara borçluyuz.
Doğuda bu kadar eskilere dayanan kadın dalışı batı dünyası için çok yenidir. Scuba dalışlarını yaygınlaşmasıyla aktif olarak dalan kadın sayısında da hızlı bir artış görülmüştür. Amerika Birleşik Devletleri’nde son yirmi yıla kadar beşte bir oranındaki sertifikalı kadın dalıcı sayısı günümüzde üçte bir oranına ulaşmıştır. Bu ülkede toplam dalıcı sayısının 3 milyon civarında olduğu düşünülürse 1 milyona varan kadın dalıcı popülasyonunun büyüklüğü hakkında bir fikir edinilebilir. Avrupa’da ve dünyanın geri kalan kısmında bu oran daha düşüktür. İngiltere’de BSAC üyesi 50 bin civarındaki dalıcının ancak %20’si kadındır ve bunların tamamının aktif olmadığı düşünülmektedir. Yine İngiltere’de PADI kayıtları kadın eğitmen adaylarının tüm eğitmenlere oranının %17; dalışa yeni başlayan kadınların tüm dalıcılara oranının ise %35 civarında olduğunu göstermektedir. Bu sonuç son yıllarda kadın dalıcı sayısının ne büyük bir hızla arttığını vurgulamaktadır.
Endüstriyel dalış dünyasında ise kadınlar yok denecek kadar azdır. Birçok dalgıç okulu ve donanma kadın dalgıç kabul etmesine rağmen sınırlı sayıda askeri ve endüstriyel dalgıcın aktif olarak çalıştığını görmekteyiz. Yalnızca kadın dalgıçlardan oluşan bir satürasyon dalışı çalışması 1972 yılında TEKTITE II adıyla yapılmış ve kadın dalgıçlar, erkek satürasyon dalgıçları kadar başarılı olmuşlardır. Ayrıca HYROLAB Habitat programında da 58 kadın dalgıç başarıyla görev yapmışlardır. Bilimsel dalış dünyasında ise kadın dalıcı sayısı daha yüksek orandadır ve önemli görevler üstlenmektedirler. Bodrum Müzesi ile işbirliği içinde yaptığı arkeolojik çalışmalarıyla yakından tanıdığımız Texas A&M Üniversitesine bağlı INA (Institute Of National Archeology) dalıcılarının %20’si kadın arkeologlardır ve bu enstitünün yaptığı toplam 80 bin dalışın %30’u da bu kadın dalıcılar tarafından gerçekleştirilmiştir. Sualtı arkeolojisinin yanında sualtı fotoğrafçılığı, sualtı biyolojisi, tıp alanlarında birçok kadın dalıcı başarıyla çalışmaktadır. Dünyada bu gelişmeler olurken ülkemizde kadın dalıcılarımızın oranı ne durumdadır? 1998 yılı başı itibariyle SCSPF’unun kayıtlı dalıcı sayısı 18.961’dir. Bunların 1.560’ı eğitmen düzeyindedir.
Kesin olmayan verilere göre kadın dalıcı oranı %8, kadın eğitmen oranı ise %3 gibi düşük bir düzeydedir. Bu verilerde SCSPF’a kayıtlı dalıcıların yaklaşık yarısının yabancı dalıcılar olduğunu dikkate almak gerekmektedir. Diğer bir veri İstanbul Tıp Fakültesi, Deniz ve Sualtı Hekimliği Ana Bilim Dalı’na dalabilir raporu almak için başvuran dalıcılardan çıkarılabilir. 1990 yılında kliniğe başvuran adayların yalnızca %18’i kadın iken, bu oran her yıl düzenli bir artma göstererek 1997 yılında % 33’e ulaşmıştır. Ülkemizde endüstriyel dalgıç olarak fiilen çalışan bir kadın bulunmamaktadır. 1993 yılında faaliyete geçen İstanbul Üniversitesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, Sualtı teknolojisi Programı’nda 1998 verilerine göre bugüne kadar eğitim gören 160 öğrencinin 15’i kız öğrencidir. Öğrenimi terk eden 4 öğrenci ile kızların oranı yaklaşık %7 düzeyinde bulunmaktadır. Kadınlar diğer cinse oranla fizyolojik, yapısal, hormonal birçok farklılıklar gösterirler. Bu farklılıkların bir kısmı dalışla ilişkili özellikler taşır. Bu yazının amacı kadın ve erkek farklılıklarını tümünü ele almak değil daha çok dalış ile ilgili konuları gözden geçirmek olacaktır. Ama öncelikle dalış konusunda da hükmünü sürdüren cinsiyet ayrımcılığına değinmek gerekmektedir.
Cinsiyet Ayrımcılığı
Dünya genelinde dalıcıların %20-30’u kadındır ve bu oran giderek artmaktadır. Oysa dalış ile ilgili araştırmaların yaklaşık %90’i erkeklerle yapılmıştır. Üstelik bu erkekler tüm erkek populasyonunu da temsil etmezler; daha çok sağlıklı, genç ve fizik kondisyon olarak üst düzeyde bulunan bireylerdir. Çok acıdır ki, birçok deney hayvanının dalışı hakkında bilgilerimiz, kadın dalışı hakkında bildiklerimizden kat kat fazladır. Oysa kadınlar kendi içlerinde bile hormonal özellikleri nedeniyle bir çok alt gruba bölünebilirler. Adet dönemindeki bir kadının dalışı ile menopoz dönemindeki veya gebe bir kadının dalışı çok önemli farklılıklar içerir. Erkek egemen bir bakış açısıyla, kadınlar ancak onlarla ilgilenecek bir erkek bulunduğunda dalabilirler. Dalışın fiziksel güç gerektiren tarafı ve tekniği ilgilendiren yönü kadın dünyasının dışındadır. Oysa kadınların fizik kondisyonunun genellikle daha düşük olmasının, teknik konulara biraz daha uzak olmasının fizyolojik bir yönü yoktur. Bunlar daha çok sosyal nedenlere bağlıdır. Eğitimin niteliğinin değişmesi giderek daha çok kadını teknoloji dünyasına çekmektedir. Kadın dalıcıların dalışa başlarken daha az özgüven içinde oldukları ileri sürülmektedir. Bir başka görüş de kadın dalıcıların eşleri veya erkek arkadaşları ile beraber olmak için dalışa başladıkları yönündedir. Bu görüşe göre erkekler eşleri ile beraber olmak adına eşlerinin yaptıkları aktivasyonlara katılmamakta; ancak kendileri de ilgileniyorlarsa bu aktivasyonlara başlamaktadırlar. Oysa kadınlar eşleri ile beraber olmak için kişisel motivasyonu olmasa da eşlerinin devam ettikleri aktivasyonlara katılmaktadırlar. Bu görüş doğru ise dalışın ilk kuralı çiğnenmiş olacaktır. Bu da gerçekten istemedikten sonra dalmamak kuralıdır. Eksik kişisel motivasyon dalıştan zevk almayı ortadan kaldırmak bir yana dalıcının güvenliğini de tehlikeye sokmaktadır. Dalış gruplarında erkek dalıcıların iki konuda kadın dalıcıları yetersiz gördükleri de ileri sürülmektedir. Bunların mekanik-teknik yetenek ve planlama organizasyon becerileridir. Bu nedenle kadın dalıcılar talep etmeden de malzeme hazırlama, kuşanma, cihaz kullanımı gibi konular ile fizik gücü gerektiren tüp taşınma gibi işlerde yardımcı olma eğilimindedirler. Bilindiği gibi malzeme tanıma ve hazırlama güvenliğin temelidir. Malzeme hatalarından kaynaklanan kazalar, insan hatasından kaynaklanan kazaların ardından gelmektedir. Kaldı ki, insan hatalarının bir çoğu da dalınan malzemeye tam olarak hakim olamamaya bağlıdır. Dalıcının dalış yaptığı malzeme hakkında bilgisi olmaması yalnızca kendi yaşamını değil, aynı zamanda dalış eşinin yaşamını da tehlikeye sokar. Ayrıca tüm diğer pratik işlemler gibi, malzeme hazırlama ve kuşanmada düzenli aralarla tekrarlanmadığı sürece kolaylıkla unutulan becerilerdendir. Benzer biçimde dalış planlaması da dalıcının dalış yaşamı boyunca kendini geliştirmesi için gereklidir ve bu da ancak yaparak öğrenilebilir. Dalış planlamasının ve organizasyonunun yalnızca erkekler tarafından yapılması, kadın dalıcıların gelişimini ters yönden etkiler. Erkekler kendilerinin ve eşlerinin malzemelerini hazırlamakta (kadınların teknik mekanik yetersizliği); dalış yerini ve dalış planını belirlemekte, dipte kararları vermekte (kadınların organizasyon ve planlama yetersizliği); dalış bilgisayarları, dalış bıçağı vs. kendileri kuşanmakta (kadınların teknik-mekanik yetersizliği); dalış sonrası aktivasyonlar kendileri karar vermekte (erkeksi sporun doğal sonucu); oysa daha iyi regülatörü ve daha fazla hava dolu tüpü eşlerine kuşandırmaktadırlar (kadınlara duyulan fiziksel güvensizlik). Erkekler ve kadınlar arasında yalnızca fiziksel ve duygusal olarak değil; olaylara yaklaşma, kavrama, algılama, öğrenme gibi yüksek beyin fonksiyonları açısından da yaklaşım farklılıkları bulunmaktadır. Dalış eğitimi de tüm bu süreçleri yeterince içermektedir. Oysa dalış eğitiminin yıllarca erkeklerin eğitimi ile şekillendiği unutulmamalıdır. Kadın dalıcılarımızın dalış eğitimi sırasında yaşadıkları sorunlar ve cinsler arasındaki farklılıklar yönünden ortaya koyacakları görüşler, dalış eğitiminin kadınları da hesaba katarak yeniden düzenlenmesine hizmet edebilir. Kadınların fiziksel olarak erkeklerden daha zayıf olmaları normaldir. Ancak kadınların günümüzde aktif yaşamın etkisiyle erkeklerin fiziksel gücüne yaklaşması, en azından kendi fizik değerleri içinde kondisyonunun tam olması mümkündür. Son yıllarda yapılan olimpiyatlarda kadın-erkek arasındaki farklılıkların giderek kapandığı izlenmektedir. Özellikle yüzme dalında zaman açısından fark %10-12 civarındadır. Profesyonel bir çok dalış işinin belirgin bir fizik kuvvet gerektirdiği, yük kaldırma, ağır ekipman kullanımı, akıntıyla baş etmenin ancak erkekler tarafından becerilebileceği düşünülmektedir. Oysa günümüzde bu tip işlerin hemen tamamı fizik kuvvetten çok el becerisine, uygun karar vermeye ve kullanılan cizahlar ile ilgili teknik bilgiye dayanmaktadır. Bu nedenle profesyonel işler de kadınlar tarafından en az erkekler kadar iyi yapılabilir. Oysa bazı ülkelerde kadınların basınç odalarında yardımcı profesyonel olarak çalışmaları bile yasaklanmıştır. Kadınların dalışa giderek artan biçimde katılmasına en erken cevabı malzeme üreticileri vermiştir. Kısa bir zaman öncesine kadar kadınların vücut yapılarına uygun malzemeler bulmak imkansız gibiydi. Bu konudaki hızlı ve sevindirici gelişmeler, diğer gelişmelere de örnek olmalıdır. Maço bakış açısıyla yaklaşan bir erkek dalıcı, kadın dalış eşinin malzemesini kuşandırmakta, dalışını-çıkışını sağlamakta ve bu arada elbette dipte tüm kararları da kendi vermektedir. Bu tür bir davranış kadın dalıcının gelişimini ters yönde etkiler. Erkeğin kadın dalış eşine göre acemi olduğu dalışlarda durum daha da vahim bir hal almaktadır. Toplumsal öğretiler sualtında kendini gösterir ve acemi erkek dalıcı için ek bir gerilim kaynağı oluşturur. Ayrıca kadın dalış eşinin hakimiyetini kabullenmekte de zorlanır. Dalış sporu uzun yıllardır. Bir erkek sporu olarak kabul edilmiş ve erkek egemen bir biçimde belirlemiştir. Çok yakın bir zamana kadar bu sporu yapanlara verilen “balıkadam” adı bile bu gerçeği ortaya koymaktadır. Bu tür problemlerin yalnızca daha fazla kadının dalması ile çözülebileceğini ummak hayal olacaktır. Dalışlarda cinsiyet ayrımcılığı ancak yaşamın tüm alanlarında cinsiyet ayrımcılığı silindiğinde ortadan kalkacaktır.
Fiziksel Özellik
Genç bayanlar genellikle ergenlik döneminin %95’ine ulaştığında büyük bir kısmı ideal yetişkin ölçülerine 1-2 yıl içinde ulaşırlar. 13-15 yaşlarında hızlı yağ atımı evresi vardır. Bazen bu evrede güç ve aerobik kapasitede önemli bir düşüş gözlenir. Performans ölçüleri 13 yaşında zirveye ulaşır. Bundan sonra da azalır ve sona erer. Bu bazıları için ağır SCUBA kıyafetlerinin idaresinde önemli bir problem haline gelir. SCUBA kıyafetleri için minimum rahatlık ve uygunluk şartı 45 kg ağırlık ve 150 cm boy olmasıdır. Bu periyotta uzun kemiklerde bu kemikleşme görülür. Ve bu da gelişmiş tabakalardaki bölgeselleşmiş nitrojen baloncuklarını da direk olarak ilgilendirir. Bu kemikleşme kızlarda erkeklerden bir ila üç yıl daha yakın yer alır. Her ne kadar bazı genetik ve kişisel farklılıklar bulunsa da kadınlar erkeklere oranla genellikle fiziksel güç olarak daha zayıftırlar ve performansları da daha düşüktür. Daha ufak kemikler ve eklemler daha az yük taşınması sonucunu doğurur. Erkeklerle karşılaştırıldığında oransal olarak kısa bacaklar, dar omuz, geniş kalçalar, diz ve kalçaların açısal farklılıkları ve vücut ağırlık merkezinin daha aşağıda oluşu kadınların dengesinin ayakta dururken daha az oluşuna yol açar. Fizyolojik olarak kadınlar erkeklere oranla daha az kuvvete, hıza, iş kapasitesine sahiptir. Aynı boyda olsalar bile bir kadının kalbi, akciğerleri, göğüs boşluğu erkekten daha ufaktır. Böylece kalbin dolaşıma verdiği kan miktarı her zaman daha azdır. Bu durum kadınların oksijen harcama kapasitelerinin erkeklerinkine ulaşamayacağını göstermektedir. Başka bir anlamda kadınların sahip oldukları düşük ciğer hacimlerinden dolayı erkeklere göre dakikada kullandıkları hava miktarı azdır. Fakat bu sportif dalışlarda nadiren önemli bir faktördür. Yağ ve kas oranı açısından da her iki cins farklılık gösterir. Kadınların yağ oranı yaklaşık olarak %25 civarındadır. Bu oran sporla uğraşan kadın atletlerde %15’e kadar düşer. Oysa aynı civarındadır. Bu oran sporla uğraşan kadın atletlerde %15’e kadar düşer. Oysa aynı durumdaki bir erkeğin yağ oranı yaklaşık olarak %7 civarındadır. Ayrıca fiziksel kondisyonu iyi bir erkeğin kas oranı % 40 iken, benzer durumdaki bir kadında ancak %20-25 civarındadır. Kadınlar birçok mekanizma yardımıyla erkeklere oranla enerjilerini daha fazla koruyabilirler. Yağ dokusunun ve özellikle derialtı yağ dokusunun fazlalığı ısı kaybı açısından iyi bir yalıtım sağlar. Ayrıca terleme de daha yüksek iç sıcaklık değerinde başlar ve böylece ısı kaybını azaltmaya yardımcı olur. Vücut ağırlığına oranla vücut yüzeyi ise kadınlarda dezavantaj yaratır. Özellikle zayıf kadınlarda ağırlığa göre vücut yüzeyi daha geniştir ve bu da ısı kaybını arttırır. Isı kaybına kadınlar daha korunmalı olmasına rağmen pratik yaşamda kadınların erkeklere göre daha çabuk üşüdüklerini görmekteyiz. Bu durum tamamen erkeklerin yaşam alışkanlıkları açısından dış dünyaya daha açık olmalarına bağlıdır. Benzer biçimde daha fazla ter bezine sahip olan ve düşük iç sıcaklıkta terlemeye başlayan erkekler hipertermi tehlikesi açısından kadınlara göre daha avantajlıdır. Bu olayları başka bir açıdan inceleyecek olursak; dalışta esas enerji yükünü termal stres oluşturur. Daha küçük yapı ve kas kitlesine sahip kadınlarda, yüzey alarının hacime oranı da biraz daha yüksek olduğu için kondiksiyon ile ısı kaybı fazladır. Metabolik olarak aktif dokunun (kas kitlesi) azlığından dolayı aktivite sırasında ısı oluşumu da azdır. Bununla beraber yalıtımı rölatif olarak yetersiz olsada erkeklerden daha fazla derialtı yağ dokusuna sahiptirler Ekstremitelerinin (kol ve bacakları) vazokonstriksiyon (damarların kasılarak sonuçta kan akışının azalması) kapasitesinin daha büyük olması ısı kaybını engelleyebilir. Ancak bunun kesin bir avantaj olduğu da iddia edilemez. Bütün özellikleri ile birlikte ele alındığında termal strese karşı erkeklerden daha hassas oldukları sonucuna ulaşılabilir. Hong, soğuk suda 60 dakika müddetle çalışan koreli Ama’larda, kadın ve erkeklerin kantitatif olarak aynı ölçüde ısı kaybettiklerini tespit etmiştir. Soğuk stresine karşı cevabın fizyolojik mekanizmaları ise farklılıklar göstermiştir. Erkekler daha fazla ısı oluşturmalarına rağmen aynı zamanda daha fazla ısı kaybetmişlerdir. Kadın Ama’ların ise hızlı termal kayıpları tolere edemedikleri görülmüştür. Birçok parametre ve ölçüme göre soğuğa töleransta dezavantajlı görülmelerine rağmen bunun aksini ispat eden bilgiler de mevcuttur. Yani kadınları uzun süreli hipotermiyi bir ölçüde tolere edebildikleri bilinmektedir. Uzun mesafe yüzme rekorlarının sıklıkla kadınlar tarafından egale edildiği unutulmamalıdır. Diane Nyad bunun güzel bir örneğidir. Sonuç olarak kadınların hipotermiye daha duyarlı oldukları düşünülse bile, uygun ekipman ile termal stres, sekse bağlı bir problem olmaktan çıkar. Kadınların tendonlarının daha elastik olması eklem hareketlerinde daha büyük bir serbestlik sağlar. Ancak bu durum eklem yaralanmalarının da kadınlarda daha sık oluşuna yol açar. Kadınların deniz tutmasına yatkın oluşunun da fizyolojik bir temeli bulunmamaktadır. Deniz tutması ile deneyim ve adaptasyon arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Deniz tutmasına yol açabilecek şartlara sıkça maruz kalan kadınlarla erkekler arasında bir fark saptanmamaktadır.
Psikolojik Faktörler
Morgan, erkek ve kadın dalıcıların psikolojik karakterleri kıyaslandığında, farklı olmaktan ziyade, çok benzer özellikleri olduğunu belirtir. Psikometrik profilleri değerlendirildiğinde, kadınların panik reaksiyonlarına daha meyilli oldukları tespit edilmekle birlikte sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı değildir.
Yaş Faktörü
Genç dalıcılar birkaç metabolik dezavantajlara sahiptir. Onlar yetişkinlerden çok daha hızlı hypovolemic olurlar. Daha uzun yüzey alanlarından vücut kütle oranlarına göre daha fazla enerji tüketirler ve daha fazla metabolik ısı meydana getirirler. Genç bayanlar benzer koşullarda yaşlı bayanlara göre daha çabuk üşümeye başlarlar. Öz iletkenlik su içinde 20 katına çıkar. Genç dalgıçlar yüksek ısı korumasına ihtiyaç duyarlar ve önemli olan uygun seçilmiş bir dalış kıyafetidir.
Dekompresyon Hastalığı
Kadın dalışı ile ilgili yapılan çalışmaların çoğunluğu Dekompresyon Hastalığı (DCS) ihtimali üzerinde yoğunlaşmıştır. Bilindiği gibi Dekompresyon tablolarının tamamı genç, sağlıklı, erkekler göz önüne alınarak hazırlanır. Tablolar ya da daha önceden kullanılan tabloların üzerinde oynayarak yada erkeklerin doku değerleri yeni baştan değerlendirilerek ve tamamen matematiksel olarak oluşturulur. Elde edilen tablolar, genç ve sağlıklı erkekler tarafından kullanılarak denenir ve üzerinde oynanarak değiştirilir. Bu tabloların kadın dokularını yansıtmayacağı açıktır. Kadınlar vücut yağ oranları, fizik kondisyonları, doğum kontrol hapı kullanmaları ve adet dönemlerine ait hormonal değişiklikleri nedeniyle Dekompresyon Hastalığına daha yatkın olabilirler. Zira Dekompresyon Hastalığı riski sebeplerini araştırırken, kadınların vücut sıvı dinamikleri, hormonal etkiler, farklı kan dolaşım mekanizmaları ve vücut yağ oranlarının fazlalığı gibi çeşitli faktörler üzerinde durulmakla beraber yeterli bir açıklama getirilememiştir. Gerçektende düşük kan akımı ve nitrojene 5 kat daha fazla duyarlı olan yağ dokusu üstünde önemle durulmasına ve spekülasyonlara rağmen, kaza istatisleri, Dekompresyon Hastalığı riskini artırdığına dair bir bulgu vermemiştir. Uzmanların çoğu Dekompresyon Hastalığı duyarlılığının cinsiyete bağlı değil bireysel ve kompleks birçok faktöre bağlı olduğunu belirtirken, kadınların Dekompresyon Hastalığına daha duyarlı olduğunu iddia etmek, hiç de bilimsel olmayacaktır. Zaten aerobik “fitness” düzeyi ve performansları erkeklerle kıyaslanabilir seviyeye ulaştığında Dekompresyon Hastalığı oranı farklılığı ortadan kalkmaktadır. Konuyla ilgili net bir şeyler söyleyebilmek için daha detaylı araştırmalara ihtiyaç varsa da, güvenli dalış yapmak isteyen kadınların iyi fizik kondisyonuna sahip olmaları gerekir. Ancak bu karşı cins içinde geçerlidir. Yani atletik olmayan, idmansız bir yapıya sahip balıkadamda, artmış Dekompresyon Hastalığı riskini aklından çıkarmamalıdır. Bütün bu faktörlere rağmen tamamen erkeklere göre hazırlanmış tablo kullanımı kadınlarda daha sık ve şiddetli Dekompresyon Hastalığı yaratabilir. Her ne kadar istatistik bilgiler bu konuda kesin bir ayrım ortaya koymasa da riskin yüksek olduğu kabul edilebilir. Bilindiği gibi dalış tabloları geniş bir güvenlik sınırına sahiptir. Kadınlarda Dekompresyon Hastalığının istatistiksel olarak anlamlı bir biçimde yüksek çıkmaması, bu sınırlara daha fazla yaklaşmadıkları sonucunu doğurmaz. Tartışma dışı olan gerçek bütün dalışlarda Dekompresyon Hastalığı riski bulunduğudur. Kadınların da erkekler kadar önlemlerini almaları gerekmektedir.
Kadınlarda Dekompresyon Hastalığı sıklığının daha fazla olduğu sonucu erken dönemli birkaç ünlü çalışmaya dayanmaktadır. Bunlardan ilki Bassett’in 1973 yılında Amerikan Hava Kuvvetlerinde çalışan hemşireler ve pilotlar arasında yaptığı çalışmadır. Yüksek irtifa şartları sağlayan eğitim çalışmalarında Bassett, kadınlarda erkeklere oranla 10 kat daha sık Dekompresyon Hastalığına rastlamıştır. Denek sayısının ve verilerin azlığı bir yana irtifaya bağlı dekompresyon Hastalığının, sportif dalışlarda rastlanan Dekompresyon Hastalığının mekanizmasına göre farklılıklar göstermesi bu çalışmanın değerini düşürmektedir. İkinci ünlü çalışma 1979 yılında Bassenger tarafından yürütülmüştür. Bu bayan araştırmacı dalıcılara formlar yollanmış ve geriye dönük olarak geçirilmiş veya şüphelenilen Dekompresyon Hastalığını sorgulayarak değerlendirmiştir. Elde edilen formlardan çıkardığı sonuca göre kadın dalıcılarda Dekompresyon Hastalığı sıklığı erkeklere oranla 3.3 kat daha fazladır. Bu çalışma da çok sağlıklı olarak kabul edilmemektedir. Formlar değişik oranda geri dönebilir, dalışlar arasında derinlik, süre, kişisel farklılıklar, ortam şartları açısından farklılıklar olabilir. Oysa bunları geriye dönük bir çalışmada sınırlamak ve sınıflandırmak son derece güçtür. Daha kontrollü bir çalışma Zyveingelberg tarafından eğitimlerini sürdüren donanma dalgıçları arasında yapılmıştır. 1982-1986 yılları arasında, Amerikan Donanması Eğitim Merkezi’nde eğitim gören 487 erkek ve 28 kadın dalgıç arasında yürütülen çalışma, dalış koşullarının standartlığı açısından daha sağlıklıdır. Erkeklerle dalış eşliği yapan kadın dalgıçlar aynı eğitimi görmüş, aynı dip zamanı ve derinlikte ve aynı tabloları kullanarak dalmışlardır. Dalgıç seçimi sırasında uygulanan ölçütlerde (yaş, kilo, kondisyon) aynıdır. Bu çalışmada Dekompresyon Hastalığı açısından kadın ve erkek dalıcılar arasında herhangi bir fark saptanmamıştır. Çalışmaların dezavantajları ise askeri kadın dalgıçların genel kadın populasyonuna göre fiziksel olarak üst derecede olmaları, dalışların genel olarak sportif dalışlara uymaması ve denek sayısının az oluşu olarak sayılabilir. Fife’nin 1991 yılında yayınladığı arkeolojik dalış çalışmalarının sonucunda arkeolog kadın ve erkekler arasında Dekopresyon Hastalığı açısından bir fark gösterilmemektedir. INA’nın yaklaşık 80.000 dalışına dayanan bu çalışmada kadın dalıcılar oranı %20 ve kadınların yaptığı dalışların oranı ise %30 gibi yüksek bir değerdedir. Çalışmanın en büyük dezavantajı ise dalışların oldukça güvenli ve sıkı kurallara bağlı olmasıdır. Bu nedenle erkek arkeologlar arasında rastlanan Dekompresyon Hastalığı sıklığı da normal erkek dalıcı populasyonuna göre çok düşüktür. Son yıllarda yapılan en kapsamlı çalışmalardan biri de yine Fife ve Dovvse’nin birlikte İngiltere’de yürüttükleri çalışmadır. 1994 yılına ait bu tarama çalışmasına 2250 kişi katılmıştır. Yalnızca Dekompresyon Hastalığı açısından değil aynı zamanda kadın dalış tarzı ve tiplemesi açısından da önemli veriler çalışmalar sağlayan bu çalışmaya sık sık değinilir. Bu çalışmada da kadın ve erkek dalıcılar arasında Dekompresyon Hastalığı sıklığı açısından bir farklılık saptanmamıştır. Kadınlarda Dekompresyon Hastalığı sıklığının yüksek olarak beklenmesine yol açan unsurlar nelerdir? Bunları maddeler halinde inceleyelim:
A) Yağ İçeriği
Daha öncede değindiğimiz gibi kadınlarda yağ dokusu oranı erkeklerle karşılaştırıldığında yaklaşık 2 kat daha fazladır yada kadınların erkeklere oranla deri altı yağ tabakası ortalama olarak % 10 daha fazladır. Bilindiği gibi nitrojenin yağda çözülmesi suya oranla 5 kat daha hızlıdır. Böylece teorik olarak, yağ açısından zengin vücuda sahip kadınlarda çözünen nitrojen miktarı daha fazla olacaktır. Ayrıca dolaşım özellikleri nedeniyle yağlı dokulardan nitrojen atılımı da daha yavaştır. Böylece daha fazla yağ oranına sahip kadınlarda nitrojen birikimi, kabarcık oluşumu ve Dekompresyon Hastalığı gelişimi daha sık beklenir. Ancak bu alanda yapılan çalışma sayısı kesin sonuçları açıklayabilmek için henüz yeterli değildir. Bazı çalışmalar kadınlar arasında dekompresyon hastalığına yakalanma riskinin fazla olduğunu öne sürerken diğerleri herhangi bir farklılık bulamamışlardır. Eğer bu konu hakkındaki kaynaklar incelenirse henüz tartışmaların sürdüğü görülür.
B) Doğum Kontrol Hapı Kullanımı (Oral Kontraseptifler)
Doğum kontrol hapı kullanımı ile dekompresyon hastalığının sıklığı ve şiddeti arasında ilişki aramıştır. Ancak bu durumu doğrular bir bilgi bulunmamaktadır. Bilindiği gibi doğum kontrol hapı kullanımı kanın pıhtılaşma oranını arttırır (Trombo embolik hastalık) Bu durum dekompresyon hastalığında kabarcıklarla tıkanmış damarlarda hastalığın şiddetinin artmasına yol açacaktır. Doğum kontrol hapı kullanımı ayrıca genel hormonal değişikliklere ve toplar damar geriliminin azalmasına da yol açar. Bu unsurlar oluşan sessiz kabarcıkların belirti vermesine ve varolan belirtilerin şiddetinin artmasına neden olabilirler. Ayrıca hap kullanımı özellikle 35 yaşın üzerindeki kadınlarda hafif bir hipertansiyona yol açabilir. Eğer dekompresyon hastalığının kadınlarda daha yüksek oranda bekleneceği kabul edilirse, doğum kontrol haplarının bu durumu ağırlaştıracağı da umulur. Ancak çalışmaların hiç birinde bu durumu doğrular bir sonuç elde edilememiştir. Fife’ın çalışmasında da İngiliz kadın dalıcıların yaklaşık %60’ının, dalış dönemlerinde bu tür haplar kullanmasına rağmen, dekompresyon hastalığı ile hap kullanma arasında bir ilişki kurulamamıştır. Bu nedenle genel prensip olarak eğer bir kadın normal yaşamında sorun yaşamadan doğum kontrol hapı kullanıyorsa, dalarken de kullanabilir denilebilir. Oral kontraseptif (OKS) kullanımının dalış kazaları riskini yükselttiğine dair de yeteri kadar veri bulunmamaktadır. OKS ve sigara felç gelişme riskini arttırabilir. Fakat sigara dalgıçlar için bir çok olayda zararlıdır.
C) Rahim İçi Araç ve Tampon Kullanımı
Rahim içi araç kullanımı ile Dekompresyon Hastalığı sıklığı arasında herhangi bir ilişki kurulamamıştır. Ancak temizliği hususunda şüpheli sularda dalış yapmaktan kaçınılmalıdır. Bu tip araçlar enfeksiyona (iltihap) yol açabilir gibi görünmektedir. Tamponların ise sebep olduğu bilinen herhangi bir problem belirtilmemiştir.
D) Adet Öncesi Sıvı Birikimi ve Adet Dönemi
Teorik olarak adet öncesi dönemde vücutta sıvı birikimi ve ödemin Dekompresyon Hastalığı gelişimini kolaylaştıracağı ileri sürülmekle birlikte, adet öncesi ve adet dönemleri ile Dekompresyon Hastalığı arasında bir ilişki saptanamamıştır. Ancak bu dönemlerde fizyolojik ve psikolojik bazı problemler önem taşımaktadır. Örneğin; adet öncesi dönemde bulunan bazı kadın sporcuların yarışmalar öncesinde kramp gelişiminden korunmak için idrar sökücü ilaçlar kullandıkları bilinmektedir. Ancak böylesi bir yakınmaya dalıcı kadınlarda rastlanmamaktadır. Adet öncesi dönemde fiziksel performansın azaldığı söylentileri ise son olimpiyatlarda yapılan çalışmalarda yalanlanmıştır. Menstruasyon esnasında dalış için önemsiz olan 30-45 dakikalık bir kanama oluşur. Bazı kadınlar dalış esnasında menstrual kanama ile karşılaşmışlardır, fakat bu olay önemli bir problem yaratmamıştır. Yani menstrual dönem imkan verdikçe ve sendrom (PMS) adını alan bazı aktiviteler ise dalış aktivitelerini etkileyebilir. Bu menstrüel siklustan 7-10 gün önce başlayan, sebebi henüz tam izah edilmemiş bir rahatsızlıktır. 100’den fazla bulgu ve/veya şikayete sebep olabilir. Bazı yazarlar ancak çok aşırı gerginlik, saldırganlık ve kendini kaybetme noktasına ulaşan problemleri PMS olarak kabul etmişlerdir. Ciddi seyrettiğinde duygulanma ve kişisel bozuklukları görülen bu regl öncesi dönemindeki şikayetler genelde şunlardır: sıvı tutulumuna bağlı olarak şişkinlik hissi, göğüslerde ağrı-gerginlik, başağrısı, halsizlik, çarpıntı, baş dönmesi, kan şekeri düşüklüğü bulguları, uykusuzluk, sinirlilik, gerginlik, saldırganlık vb. Bu rahatsızlıklar kadın dalgıcın mental ve fizik performansını düşürerek, dalış güvenliğini etkileyebilir. Bunlara ek olarak, periyodları sırasında aşırı kan kaybeden kadınlarda, anemi (kansızlık), zayıflık, güçsüzlük, egzersizi tolere edememe gibi problemler görülebilir. Menstrual kramplar, karın ağrısı, bulantı, kusma ve baş ağrısı yanında sinirlilik ve depresyon hali kendi başlarına dalışa engel olabilirler. Bu dönemlerde migren krizleri de daha sık ve daha şiddetli olarak gelebilir. PMS için önerilen çeşitli ilaçların tehlikeli yan etkileri olabilir. Ayrıca dalış dönemine rastlayacağı düşünülen periyodlarını herhangi bir şekilde geciktirmeye çalışmak tehlikeli ve bilinçsiz bir davranıştır. Özet olarak konunun uzmanları arasında tam bir görüş birliği oluşmamış bu dönemlerde her kadın, rahatsızlığının şiddeti ve ciddiyetine göre, güvenli bir dalış yapıp yapamıyacağı hususunda karar verirken, sorumluluğunun bilincinde olmalıdır. Ve gerekirse bu durumda bir kadın dalmamalıdır. Bu arada ağır depresif ve antisosyal davranışlar sergileyen kadın ve erkek hiç kimsenin daldırılmaması gerektiği de unutulmamalıdır. Adet dönemine ilişkin sık sorulan sorulardan birisi ise adet kanamalarının köpekbalıkları ya da diğer yırtıcıların saldırılarını arttırıp arttırmadığıdır. Köpekbalığı saldırılarına rastlanmayan Türkiye sularında bu konu pek önemli olmasa da bu soruyu yanıtlamakta da fayda vardır. Bu canlılar regl dönemindeki bayanlara özel bir ilgi göstermemektedir. Bunun sebebi, pıhtılaşmış; müküs ve debris ile karışmış menstrüel sekresyonların (akıntıların), taze kandan kesinlikle farklı olmasıdır. Ayrıca dalış sırasında suya karışan kan miktarı – hele tampon kullanan bir kadında – ihmal edilebilir düzeydedir. Üstelik köpekbalıkları saldırılarıyla ilgili istatistik verileri de tam tersi bir sonuç vermektedir. Belki de adet kanaması köpekbalığı saldırılarına karşı savuşturucu bir etki göstermektedir. Ayrıca Edmonds’un bin köpekbalığı saldırısını kapsayan bu çalışmanın ilginç bir diğer sonucu da köpekbalıklarının erkeklere, kadınlara oranla dokuz kat daha fazla saldırmasıdır.
E) Menapoz ve Osteoperoz
Gerek menapoz öncesi olsun gerekse menapoz dönemi olsun kadınlarda bu dönemlerin Dekomprespon Hastalığı riskini artırdığı veya azalttığına dair bir veri bulunmamaktadır. Ortalama menapoz yaşı 50’dir. Yaşlanma ve östrojen hormonunun azalması ile meydana gelen osteoblastin (kemik erimesi) dalışta herhangi bir etkisi görülmemiştir. Yaşlı kadın dalıcılar içen en iyi tavsiye, destekleyicilerle korunarak dalış yapmaları olacaktır. Böylelikle nitrojen baloncuklarının kemik gözeneklerine vereceği zarar ortadan kaldırılmış olunur.
Gebelik ve Dalış
Gebelik ve dalış, üzerinde en çok çalışmanın yapıldığı ve sonuç olarak kısmi bir fikir birliğine ulaşıldığı konudur. Çok çeşitli nedenlerle kadınların gebelik döneminde dalmaması gerektiği kararına varılmıştır.
Hamilelik döneminde dalış anne adayı için kısa ve zevkli bir aktivitedir. Ancak derinlerin pasif yolcusu durumundaki fetüs (Cenin) üzerindeki uzun süreli etkileri düşünüldüğünde dalışın vereceği kısa süreli keyif önemini yitirmektedir.
Dekompresyon hastalığını ve fetal riskleri araştıran bilim adamları dekompresyon sırasında fetüsün kabarcık oluşumu açısından daha riskli olmadığını kabul etmektedirler. Bu konuda ciddi deneysel çalışmalar yapan araştırmacılar, fetüsün kabarcık oluşumuna, anneden daha dirençli olduğunu göstermişlerdir.
Hayvan deneylerinden elde edilen sonuca göre yüksek basınç ve yüksek oksijen düzeyi çocuklarda sakat doğumlara yol açmaktadır. Hayvanlarda dekompresyon hastalığı oluşturularak 6.4 – 7.1 ATA’da yapılan çalışmalarda bile, üç çalışmanın birisinde doğumsal anormali oranının arttığı tespit edilmiştir. Deney sonuçları ana rahminde ölümlerin, doğumsal anormali oranlarında daha yüksek olduğunu ortaya çıkarmıştır. Köpek ve farelerdeki çalışmalarda ana rahminde ölüm oranı artmazken, koyunlarda önemli ölçüde artmıştır. İnsanlara ait kesin veriler bulunmamakla birlikte bu sonuç dikkate alınmalıdır. Bilindiği gibi dalış sırasında solunan havada oksijen basıncı artmaktadır. Gebeliğin ilk 3 ayında yüksek oksijen oranı bebeği direkt olarak etkilemektedir. İkinci ve üçüncü ayda plasentanın fonksiyonuyla bu oksijen artışından bebek etkilenmez. Ancak dalan bir gebenin geçireceği bir dekompresyon hastalığı veya hava embolisi nedeniyle basınç odasında tedavi görmeyeceği garanti edilemez. Tedavi sırasında göreceği yüksek oksijen basıncı anne karnındaki bebeği etkileyecektir.
SCUBA dalışlarında fetal dolaşımında da parsiyel oksijen basıncı artar. Ayrıca hiperbarik oksijen tedavisi sırasında fetüsün kan dolaşım paterni, oksijen tansiyonunun yükselmesine bağlı olarak yeni doğan bebeğin kan dolaşımı paternine benzer.
Sovyetler Birliğinde hiperbarik oksijen tedavisine bağlı fetal problemler rapor edilememiştir. Vah Hoesen, 2.4 ATA’da 90 dakika süreyle tedavi gören bir CO zehirlenmesi vakasının 5 hafta sonra normal, sağlıklı bir bebek dünyaya getirdiğini yazmıştır. Bu konuda Wattel be Mathieu’nün 1991 yılında yayınlandıkları çalışma çok önemlidir. Fransa Lille Tıp Fakültesi’nden bu iki bilim adamı, CO zehirlenmesi nedeniyle Calmette Hastanesi’ne başvuran 86 gebe kadını 6 yıl boyunca takip etmişlerdir. Kontrol gurubu ile kıyaslandığında doğumlardaki bebek ölüm oranı, zehirlenmeye maruz kalanlarda 4 kat fazla iken, prematüre veya gelişme geriliği oranları aynı bulunmuştur.
Bolton 1980’de, toplam 178 kadını geriye dönük olarak incelemiştir. Vakarlın 109’u, gerek gebelikten önce gerekse gebelikte dalış yapmışlardır. 60 anne adayı ise gebelik öncesi dalmalarına rağmen, gebe olduklarını öğrendiklerinde dalmayı bırakmışlardır. İstatistiksel analizleri yapılmamasına rağmen gebeyken dalışlarını sürdürenlerde düşük doğum ağırlığı, doğumsal anormaliler, yeni doğan bebekte solunum güçlüğü gibi patolojiler tespit edilmiştir. Doğumsal anormaliler arasında omurga, kemik deformasyonları, bir elin olmaması, vantriküler septal defekt (Kalp karıncıkları arasında normalde olmayan geçiş=Kalp deliği), pilor stenozu (Mide – oniki parmak bağırsağı geçiş yerinde darlık) yer almaktadır. Bunun aksine gebeyken dalış yapmayan gurupta önemli bir doğumsal anormaliye rastlanmamıştır. Kalp anormalilerinin 120-160 feet’lik nispeten derin dalışlarla ilgili olabileceği düşünülmektedir.
Bilindiği üzere basınç altında sadece gazlar sıkışma özelliği gösterir. Gebe kadınlarda fetüs, tamamen embriyotik sıvı içerisindedir ve fetüsün hiçbir organında boşluk bulunmaz. Bu nedenle basınç altında fetüs için sıkışabilecek boşluk yoktur. Aynı nedenle fetüste ciğer zedelenmesi olmaz çünkü fetal dönemde hava solunumu yoktur ve ciğerler sıvı doludur.
Fetal dolaşımının, doğum sonrası yeni doğan bebeğin dolaşımından daha farklı kendine has özellikleri vardır. Fetal kap ve damar sisteminin etkili bir filtrasyon mekanizması olmadığından (Anne karnındaki bebeğin akciğerleri de fonksiyon dışıdır) kabarcıklar,direkt beyne ve kalp atardamarlarına (Kroner arterlere) gider ve emboliye yol açar. Fetüs için emboli probleminin riski aynı zamanda annede oluşabilecek bir emboli olayından da kaynaklanan dolaylı bir risktir. Böyle bir durumda annede meydana gelecek sorunlar elbette fetüse de yansıyacaktır.
Her ne kadar pulmoner hava embolisi ile beraber olan dalış kazalarında, anne dolaşımı filtre görevi göreceğinden rahim dolaşımına daha az gaz kabarcığı geçeceği düşünülse de, hiperbarik oksijen tedavisi uygulanan (6 ATA) birkaç emboli (Annede) vakasında fetüsler kurtarılamamıştır.
Gebelik sırasında bebek açısından tehlike oluşturacak diğer neden ise oksijen azlığıdır Hipoksi). Özellikle tuzu su aspirasyonu ndromu dalıcılar arasında barotravmalardan sonra en çok görülen ve hpoksi nedeni olan bir durumdur. Bu hastalık çok sığ derinliklerde e hatta su yüzeyinde oluşablir ve gebelik dışndaki dönemlerde ciddi bir sağlık problemi oluşturmaz. Gebelik döneminde ise annenin havasız kalması ve kurtarılması sırasında meydana gelecek oksijen azalması probleminden eğer birinci basamak kurtarma zamanı aşılmamışsa fetüs plasentanın üstlendiği oksijenlendirme görevi sayesinde etkilenmeyecektir. Serbest dalış bile bebek üzerinde etkili olabilir. Bu durumdan serbest dalışlarda oluşabilen soğuk, stres ve daha önemlisi çeşitli nedenlerle görülen hipoksi sorumlu tutulmaktadır. Gebeliğin son günlerine kadar dalmaya devam eden Ama’lar arasında yapılan çalışmalarda 2.5 kg daha hafif, erken doğum oranı %45 civarındadır. Aynı bölgede yaşayan ve dalmayan kadınlarda bu oran yalnızca %15’tir.
Gebelik döneminde sıvı birikmesi, burun ve boğazda şişmelere yol açabilir. Bu durumlarda kulak ve sinüs sıkışmaları sıktır. Kulak açmayı kolaylaştırmak için çeşitli ilaçların kullanımı ise gebelik döneminde sakıncalıdır. Solunum yollarında şişmeye neden olmasının yanında bebeğin göğüs kafesine baskı yapması solunum işini güçleştirir. Bu durum bir yandan performansı azaltırken bir yandan da barotravmalara yol açabilir.
Gebeliğin erken dönemlerinde kadınların yaklaşık 3/2’si sindirim sistemine ilişkin yakınmalarda bulunur. Bulantı, kusma, midede yanma ve mide içeriğinin ağza gelmesi sıktır. Gebeliğin ilerlemesi ile anne karnında büyüyen bebek mideye baskı yapar ve mide içeriğinin geriye taşmasına neden olur. Bu dönemde midenin boşalma zamanı azalmıştır. Böyle bir durumda dalış yapmak ve sualtında bu yakınmalarla karşı karşıya kalmak büyük sakıncalar oluşturabilir. Benzer biçimde bu tür yakınmaları rahatlatacak ilaçların kullanımı da belirli riskler taşır. Gebeliğin yol açtığı mide bulantısına, dalış teknesi de eklenince tüm dalış zevkini kaçırabilir. Dalış sırasında regülatör içerisine kusmak çok az dalıcının güvenli bir biçimde becerebileceği oldukça güç bir durumdur.
Gebelik döneminde bir yandan damarlarda genel bir genişleme söz konusu iken diğer bir yandan metabolizma artmıştır. Damar genişlemesi hipotermiye, artmış metabolizma ise hipertermiye temel oluşturabilir. Bu durumda kullanılan giysinin cinsi, dalış yapılan su sıcaklığı ve dalışın süresi önem kazanmaktadır. Her iki durumda yalnızca annenin sağlığını etkilemekle kalmamakta, aynı zamanda sakat doğumlara da yol açabilmektedir. Dalış giysisi uyumu tıbbi bir konu olmamakla birlikte sıklıkla yakınma nedeni olabilmektedir. En esnek dalış giysisi bile gebelik döneminde genişleyen gövdede rahatsızlık verebilir. Ayrıca dalış giysisi ne kadar esnek olursa olsun performansı düşürebilir. Ağırlık kemerleri açısından sık yaşanan sorunlar bulunmaktadır. Karın şişliğinin üzerine yerleştirilen kemerler acil bir durumda serbestlenememekte, altına yerleştirilen kemerler ise kendiliğinden kayarak anne ve bebeğin yaşamını tehlikeye sokabilmektedir. Ellerde ve ayaklardaki şişmeler gaz atımını geciktirerek dekompresyon ağrılarına yol açabilirler.
Gebe dalıcıda normalde soğuk su, egzersiz ve stresin uyardığı sempatik refleks artışı daha barizdir ve artmış vakokonstriksiyona (Damar çapının daralması ve kan akımının azalması) bağlı olarak rahim kan akımı önemli ölçüde düşer. Dalışta bazen gerekli olan kısa süreli sert hareketler ve aktivite artışı da normalden çok daha fazla kan akımını düşürerek fetüs kan dolaşımını olumsuz yönde etkiler. Soğuk su stresine maruz kalan amalarda düşük doğum tartılı bebek doğurma riski büyüktür. Bunda gebelikte artmış artmış bazal metabolizma ve dalışta çok enerji harcamalarına rağmen, daha az enerji almaları da rol oynar. Karnın ön tarafında bebeğin yarattığı ağırlık ve arkadaki tüpün ağırlığı su içinde sorun oluşturmasa da suya giriş çıkışlarda denge problemlerine yol açabilir. Çeşitli deniz zararlılarına ait toksinlerin çocuk üzerinde önceden kestirilemeyecek zararları göz önünde tutulmalıdır. Gebelik döneminde bu tip zehirlenmelere ve alerjik reaksiyonlara karşı bir takım ilaçların kullanımı sakıncalıdır. Ayrıca gebeliğin son dönemlerinde bazı gebelerde çocuk zarının yırtılması gözlenebilir. Bu durumda dalmak enfeksiyona kaynaklık edebilir.
Gebelik ve dalış ile ilgili en önemli konu dekompresyon hastalığı ve anne karnındaki bebeğin bundan ne şekilde etkileneceğidir. Bilindiği gibi gebelik döneminde annede artan yağ miktarı ve sıvı birikmesi teorik olarak annenin dekompresyon hastalığına yakalanma riskini artırır. Gebelik annenin vücut sıvı dağılımı da artmış hücreler arası sıvı ve ödem sebebiyle değişir. Bu dolaşımda çözünmüş gazların alışverişinin azalması sonucunu doğurur. Literatürde belirtilmemesine rağmen, bu hücrelerarası sıvı nitrojen birikimi için bir rezervuar görevi görebilir. Nitrojen tutulumu (Retansiyonu) için en uygun bölge ise artmış yağ dokusudur. Gebelikte bu oran %28’lerden %33-36’lara ulaşabilir. 1968 yılında Mc Iver Gege 28 köpeği 165 feet derinliğe daldırarak 1 ve 2 saat tutmuştur. Yüzeye gelindiğinde anne köpeklerin tümünde belirgin ve öldürücü kabarcıklar görülmüş ancak 193 bebebğin yalnızca dördünde daha az miktarda kabarcığa rastlanmıştır. Yeni doğan köpek yavrularıyla yapılan çalışma sonuçları anne köpeklerle benzeşmektedir. 1974 yılında Chen benzeri çalışmayı farelerle yapmış ve benzer sonuçlara ulaşmıştır. Her iki araştırmacı da yavruyu anne dolaşımından ayıran plasentanın yararlı işlevini sorumlu tutmuşlardır. Oysa bu çalışmalarda konu olan deney hayvanları ve insanla benzeşen koyunlar üzerinde yapılan çalışmalar bu durumu tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. 1978 yılında Fife’nin gebe koyunlarla yaptığı çalışma şok etkisi yaratmıştır. Gebe 8 koyunun karnı açılarak, anne karnındaki bebeklerin damarlarına Doppler cihazı yerleştirilmiştir. Çalışma sonucunda annelerin hiç birinde kabarcık oluşturmayan dalışların bebeklerde kabarcık oluşturduğu saptanmıştır. Neyse ki bu çalışma birçok yönden eleştirilmiş ve kabarcık oluşumuna cerrahi müdahalenin etki ettiği ileri sürülmüştür. Nitekim benzer çalışma daha sonra cerrahi müdahale uygulanmadan tekrarlanmış ve annelerde kabarcık saptansa bile yavrularda oluşmadığı ortaya konulmuştur.
Dekompresyon hastalığı direkt anne sağlığını tehdit edeceği için fetüs için de bir risktir ama fetüse olabilecek direkt risk aslında bir rekompresyon odası tedavisi söz konusu olursa gerçekleşebilecek oksijen zehirlenmesidir. Aslında aynı risk fetüs için annenin 49 metreyi aşan dalışları için de söz konusudur. Bu derinlikten sonra fetüs için oksijen zehirlenmesi riski olacaktır.
Gebeliğin geç dönemlerinde hiperbarik ortamlarda yüksek oksijen konsantrasyonlarına maruz kalımlarda (Basınç odası veya çok derin dalışlar) fetüs için diğer bir risk ise çeşitli göz kusurlarının ve iris gerisinde kalınlaşmaların oluşması olarak gösterilmiştir. İsveç ve Norveç’te gebelikleri döneminde dalıi yapmış 68 kadın dalıcının 100 gebeliği ele alınarak yapılan bir taramada sakat çocuk doğum oranını %15 olduğu saptanmıştır.
Aynı ülkelerde genel nüfus için bu oran %1.5’tir. Bu kadar yüksek değerin dalışa bağlı olup olmadığını kesin olarak değerlendirmek mümkün olmamakla birlikte sonuçlar oldukça düşündürücüdür.
Uluslararası Sualtı Hekimliği Komitesi gebelik ve dalış konusunda yapılan bir kongrenin ardından bu konudaki çalışmaların sonuçlanmasına ve eldeki verilerin kesinleşmesine kadar gebe olan ve gebeliğinde şüphe edilen kadınların dalmaması sonucuna varmıştır. Gebelik döneminde dalış yapmak sakıncalı bulunmakla birlikte, gebe olduğunu bilmeden yanlışlıkla dalış yapmak gebeliği sonlandırmak için yeterli bulunmamaktadır. Gebelik sırasında dalış yapmak sakat çocuk doğurmayı garantilememektedir. Bu gibi durumlarda gelişen teknolojinin de yardımıyla bebeğin sağlığı ve gelişimi açısından bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanının kontrolünde bulunmak gereklidir.
Sonuç olarak 9 ay gibi kısa bir süre dalıştan ayrı kalmak sakat bir bebeğin doğumu ile yıllarca sürecek acıları bertaraf edecektir. Eğer; bir anne gebeliği sırasında alkol ve sigaradan uzak duruyor, çocuğun gelişimi için vitamin alıyorsa ve hatta sakat çocuk doğumuna etkisi bulunmadığı bilinen kafeinden sakınıyorsa dalışa da bu açıdan yaklaşmalı ve gebeliği döneminde de gebe kalmayı planladığı dönemde de dalmamalıdır.
Doğum Sonrası Dalış ve Emzirme
Doğumdan sonra, doğum uzmanı tarafından uygun görüldükten sonra dalışa devam edilebilir. Bu genellikle serviks kapandıktan sonra olur. Bu da yaklaşık olarak 21 gün gibi bir zaman alır. Bundan sonraki hafta anne aktivitelerinin düzeyine bağlı olarak birçok adale eski haline döner. Gebelik dönemi ve sonrasındaki güçlükler (Anemi gibi) atlatılana kadar tekrar dalış yapmak için genellikle tavsiye edilen süre 4 haftadır. Sezaryanla doğum sonrasında birçok doğum uzmanının tavsiye ettiği dönmeden önceki bekleme süresi 4-6 haftadır. 8 haftalık bir periyod süresincede, rahatlama ihtiyacı, yaraların iyileşmesinin tamamlanması, kan yenilenme ihtiyacı giderilmiş olur.
Doğum sonrası hemoglobin sayımında en düşük miktar 10 Gm Hgb olmalıdır. Dr. Miada Taylor’ın (Medical Seminars, 1998) deneysel tespitlerine göre dalış ve emzirmenin enerji harcanması üzerinde bir alakası vardır. Dalmanın sebep olduğu göğüs sütü miktarındaki azalma ile dehidrasyon arasında mantıksal bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Bu durumda dalındığında, anneler pediatrik bir yaklaşımla desteklenerek hazırlanmalıdırlar. Bu görüşe göre çocuk sütten kesilene kadar dalmayı ertelemek düşünülmelidir. Bu süre batı kültürüne göre genellikle 6 aydır.
Çocuk Cinsiyeti ve Dalış
Dalgıçlar arasında yaygın bir efsane de dalışın doğacak çocuk cinsiyetini etkilediğidir. İngiliz Donanmasında dalgıçların her on kız çocuğuna karşılık bir erkek çocuk sahibi olduğuna inanılmaktadır. İngiltere’de dalış okullarında eğer erkek çocuk sahibi olunmak isteniyorsa dalışa ara vermenin gerektiği öğütlenmektedir. Bu konuda yapılan iki çalışma bu efsanenin bilimsel bir temele dayanmadığını ortaya koymaktadır. Avusturalya donanma dalgıçları arasında yapılan bir taramada 112 erkek çocuğa karşılık, 18 kız çocuğu saptanmıştır.
Amerikan donanma dalgıçları da dalışa başlamadan önce 165 kız çocuk, 173 erkek çocuk sahibiyken dalmaya başladıktan sonra doğan çocukların 341’i kız, 265’i erkek olmuştur. İstatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Fife’nin İngiltere’de yürüttüğü kapsamlı çalışmada erkek dalgıçlar hem anne hem babası aktif olanlar vs. gibi bu konu birçok yönden tek tek ele alınmış ancak kesinlikle anlamlı bir sonuç bulunamamıştır.
Estetik Operasyonlar
Meme estetiği günümüzde giderek artan sıklıkla uygulanır olmuştur. Erken dönemlerde kullanılan ve içinde hava bulunan materyaller açık bir biçimde barotravmaya neden olmaktaydı. Silikon kullanımı bu riski ortadan kaldırmıştır. Ancak silikon içinde çözünen nitrojen çıkışlarda kabarcık gelişimine neden olmaktadır. Bu kabarcıklar, sportif SCUBA dalışlarında sıkça kullanılan dalış profillerinde %4’e varan genişlemelere yol açabilir. Daha derin ve uzun dalışlarda ise genişleyen oranın artışı materyalde deformasyonlara neden olabilir ve çevre dokulara zarar verebilir.
Diğer Hastalıklar
Dekompresyon hastalığının diğer bir sonucu olan arterial gaz embolisinin kadınlardaki insidansının daha yüksek olduğunu söyleyen bir rapor yoktur. Ayrıca arterial gaz embolisi için predispozan olan foramen ovalenin açık kalma olasılığı da kadın ve erkeklerde aynıdır. Kadınlarda erkeklere oranla nitrojen narkozu, zehirlenmeler, disbarik osteonekroz gibi hastalıkların daha sık görüldüğüne ya da şiddetinin daha fazla olduğuna ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.
Sonuç
SCUBA literatürlerinin büyük kısmında görüldüğü gibi kişisel deneyimler kadınların erkekler kadar sportif dalıştan zevk aldığını desteklemektedir. SCUBA dalışları popülerleştiğinde çok az kadın dalgıç vardı. Şimdi, giderek daha fazla sayıda kadın, dalış aktivasyonuna katılmaktadır. Önümüzdeki yıllarda erkeklerle arasındaki farkın hızla kapanacağı açıktır. Kadın ve erkek cinsleri arasında fizyolojik ve yapısal birçok farklılıklar bulunmasına karşın, kimi kaynaklarda SCUBA dalışları açısından erkek ve kadın dalgıçlar arasındaki farkları (İstisnai bir durum olan hamilelik dışında) önemsiz bulmaktadır. Bununla birlikte günümüzde geçerli tüm dalış uygulamaları ve kurallar genç, sağlıklı erkekler göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Konu üzerindeki çalışmaların ve ilginin artması yalnızca kadın dalışının değil onunla aynı kaderi paylaşan yaşlılar ve dalış, özürlüler ve dalış konularının da önünü açacaktır. Caddebostan Balıkadamlar Spor Kulübü’nde sürdürülen dört seminerlik dizinin ikincisinin, kadın ve dalış konusuna ayrılması sevindirici bir gelişme olmuştur. Günümüzde dalışla ilgilenen insanlar genel olarak dalış hastalıkları hakkında sahip olmaları gereken bilgi düzeyinin çok altındadır. Bu seviye ülkemizde daha da düşüktür. Dalıcı olmak son derece riskli ve sorumluluk isteyen profesyonel anlamda eğitim almayı gerektiren ciddi bir iştir. Zaman zaman kişiler bu durumu göz önüne almadan eğitimsiz bir şekilde anlık macera ve eğlence uğruna hayatlarını tehlikeye atmaktadırlar. Dalış ile ilgili iyi eğitim almış kişiler bile zaman zaman kendilerini riske atmaktadırlar.
Sualtı hekimliği ve dalış hastalıkları konusuna çok daha fazla önem verilmeli, bu konuyla ilgili elde edilen tüm veriler toplanarak paylaşılmalıdır. Genel anlamda bu konuda alacak daha çok yol varken kadınlarımızın da yılmadan, cesaretle, bilgi edinerek sağlıklı ve bilinçli dalıcılar olarak ikinci plana atılmaksızın, anne olmak ve kadın sağlığına gereken özeni gösterme sorumluluğuyla hareket etmeleri gerekmektedir. Kadınlar, erkekler ile her alanda olduğu gibi dalış konusunda da kendilerini farklı kılan hormonal ve fiziksel farkların bilinciyle hareket ettiklerinde, neyi ne zaman yapması ya da yapmaması gerektiği bilgi birikimine sahip olarak aynı başarıyı göstereceklerdir. Bu şartlar yerine getirildiğinde kadın-erkek arasında dalıcı ayrımı yapmanın hiçbir anlamı kalmayacaktır.
Mehtap Çelikok
mehtapsahin@live.com
Kaynak: Deniz Magazin Mart-Nisan/Mayıs 2003
KAYNAKÇA
1. Doç.Dr.AKTAŞ Şamil, Kadın ve Dalış Balıkadamlar Spor Kulübü eminer Notları, Şubat, 1998
2. Doç.Dr.AKTAŞ Şamil, SBT’98 Bildiriler Kitabı, İstanbul 1998
3. Dr. NOGAN Hasan Ali, Mavi Dünya, 1993/1
4. Dr. NOGAN Hasan Ali, Mavi Dünya, 1993/3-4
5. noaa Diving Manual, Woman and Diving, Chapter:13, 1991
6. Sualtı Teorisi, İstanbul 1997
7. TAYLOR M. Woman and Diving, 1990
8. TOKLU Akın, Sualtında Kadın Hakları ve Farkları, Sualtı Dünyası Dergisi
9. http://www.kadinlar.com/dalis
10. Women and Diving Medical Problems