On yıl önce, ilk sergimi burada yaptım. İşe yarar mı veya mümkün mü bilmiyordum; ama birkaç küçük adımla ve çok dik bir öğrenme eğrisiyle adı “Kayıp Muhabir” olan ilk heykelimi yaptım. Bir deniz biyoloğu ve yerel bir dalış merkeziyle birlikte, eseri İvan Kasırgası’nın mahvettiği bir alan olan Grenada kıyılarına batırdım. Sonra o inanılmaz şey gerçekleşti. Dönüşüm geçirdi. Heykel birken iki oldu. İki çok geçmeden 26 oldu. Ne olduğunu anlamadan, dünyanın ilk su altı heykel parkına sahiptik.
2009’da Meksika’ya taşındım ve yerel balıkçıları dökmeye başladım. Bu da küçük bir topluluğa, neredeyse denizi savunan büyük bir insan hareketine dönüştü. Sonunda da 500’ün üzerinde yaşayan heykelle bir su altı müzesine. Öyle görünüyor ki bahçıvanlık sadece seralarda yapılmıyor. O zamandan beri tasarımı büyüttük: Bahamalar’daki “Okyanus Atlası”, yüzeye doğru 16 fit yükseliyor ve 40 tondan fazla ağırlığa sahip, şu an Atlantik Okyanusu’nda türünün ilk örneği olan bir su altı botanik bahçesi yaptığım Lanzarote’de duruyor.
Her projede yaşamı özendiren materyaller ve tasarımlar kullanıyoruz; dayanıklı pH-nötr çimento, sabit ve kalıcı bir platform sağlıyor. Mercan poliplerinin yapışması için dokusu var. Onları doğal resiflerden akıntı yönünde konumlandırıyoruz, böylece yumurtladıktan sonra yerleşecek alanları oluyor. Düzenleri tamamen ayarlanmış durumda, böylece gerçekten büyük miktarda balık topluyorlar. Bu VW Beetle’ın bile ıstakozlar ve deniz kestaneleri gibi kabukluları himaye etmek için iç yaşam habitatı var.
Peki neden çalışmamı okyanusta sergiliyorum? Dürüst olmak gerekirse, nedeni gerçekten de kolay olmaması. Denizin ortasında yüz fitlik vincin altında, deniz tabanına sekiz ton indirmeye çalışırken, bunun yerine sulu boya resim yapsaydım daha mı iyi olurdu diye düşünmeye başlıyorsunuz.
Ama nihayetinde sonuçlar hep beni çok etkiliyor.
Okyanus bir sanatçının isteyebileceği en inanılmaz sergi alanı. Saat başı değişen hayranlık verici ışık efektleri, sır bulutu içinde, heykelleri kaplayan kum patlamaları, eşsiz, zamansız bir kalite ve her biri alana kendi özel dokunuşlarını bırakan meraklı ziyaretçilerin akını.
Ancak yıllar içinde yaptığımız çalışmayla ilgili en harika şey, çalışmayla ilgili olarak gerçekten mütevazi olan şey, heykelleri batırdığımız anda onların artık bizim olmadığını anlamam; çünkü onları batırır batırmaz heykeller denize ait olur. Yeni resifler oluştukça, sahiden de yeni bir dünya evrilmeye başlar, beni durmadan hayrete düşüren bir dünya. Biraz klişe olmakla birlikte, insan eliyle yapılan hiçbir şey doğanın hayal gücüne erişemez.
Süngerler yüzlerin üzerinde damarlara benzer. Geyik boynuzu mercanı şeklini alır. Deniz çıyanları beslendikleri sırada beyaz çizgiler bırakır. Tulumlular yüzlerden fışkırır. Deniz kestaneleri geceleri beslenirken vücutların üzerinde gezinir. Koralin alg bir tür mor boya çıkarır. Hayatımda gördüğüm en derin kırmızı su altında yaşar. Gorgonian deniz fanları dalgalarla salınır. Mor süngerler hava gibi su teneffüs eder. Gri melek balığı tepede sessizce süzülür.
Bu çalışmalara aldığımız inanılmaz tepkiler, bana gerçekten önemli bir şey monte etmeyi başardığımızı söylüyor, çünkü öyle görünüyor ki bu görüntüleri dünyanın dört bir yanına aktarıyor ve bu da benim bir sanatçı olarak sorumluluklarıma ve ulaşmaya çalıştığım şeye odaklanmamı sağlıyor. Bugün burada, okyanusun ortasında teknede duruyorum ve çalışmamın gerçekten önemli etkisini konuşmak için buradan daha iyi bir yer olamaz. Çünkü hepimizin bildiği gibi, resiflerimiz ölüyor ve okyanuslarımız tehlikede.
Yani olay şu: Şimdiye kadar bütün çalışmalarım içinde en çok kullanılan, aranan ve paylaşılan resim bu. Bence bunun bir nedeni var veya en azından öyle olduğunu umuyorum. Çevreyi ve doğanın katledilmesini düşündüğümüzde insanların okyanusları da düşünmeye başlaması gerçekten insanlardan umduğum şey.
Bu yerleri inşa ettiğimizden beri olağanüstü ve beklenmeyen sonuçlar gördük. 800 metrekarelik yeni habitatlar ve yaşayan resifler yaratmak dışında, Cancún’daki deniz parkına gelen ziyaretçiler artık zamanlarının yarısını müzeye, yarısını doğal resiflere ayırarak doğal, aşırı ilgi gösterilen alanlara ciddi bir rahatlama sağlıyor. Bahamalar’daki “Okyanus Atlası”na gelen ziyaretçiler yakınlardaki petrol rafinerisinden bir sızıntıya işaret ettiler. Bunu takiben uluslararası medya yerel yönetimi sahillerin temizlenmesine 10 milyon dolar ayırmaya zorladı. Grenada’daki heykel parkı yönetimin bir alan ayırmasına aracı oldu — denizin korunduğu bir alan. Parka giriş ücretleri şimdi park korucularının turizmi ve balıkçılık kotalarını yönetmesine yardımcı oluyor. Alan esasında National Geographic tarafından “Dünya Harikası” olarak listelendi.
Peki neden bugün hepimiz bu odadayız? Hepimizin ortak noktası ne? Bence hepimiz okyanuslarımızı yeterince korumadığımıza dair bir korku paylaşıyoruz. Buna bakış açımızdan biri de, okyanuslarımızı kutsal saymıyoruz, ama öyle olmalı. İnanılmaz yerler gördüğümüzde — Himalayalar veya La Sagrada Família veyahut Mona Lisa — bu inanılmaz yerleri ve şeyleri gördüğümüzde, önemlerini anlıyoruz. Onlara kutsal diyoruz, onlara değer vermek, onları korumak ve güvende tutmak için elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Ancak bunu yapmak için ona bu değeri verenler bizler olmalıyız; aksi taktirde o değeri anlamayan biri tarafından saygısızlık edilecektir.
Bundan dolayı, bu geceyi kutsal şeylerden bahsederek kapatacağım. Cancún’daki alana isim verirken, ona çok önemli ve basit bir nedenden dolayı müze dedik: Müzeler muhafaza, koruma ve eğitim yerleridir. Bizim için çok değerli olan objeleri sakladığımız yerlerdir, sadece kendileri oldukları için onlara değer verdiğimiz yerlerdir. Eğer biri Sistine Şapeli’ne yumurta atsaydı, hepimiz çıldırırdık. Eğer biri Büyük Kanyon’un dibine yedi yıldızlı otel inşa etmek isteseydi, onlara Arizona’dan gülerdik. Ama her gün okyanuslarımızı tarıyoruz, kirletiyoruz ve aşırı balık avlıyoruz. Bence bunu yapmak daha kolay, çünkü okyanusu gördüğümüzde, yol açtığımız hasarı görmüyoruz. Çünkü çoğu insan için okyanus böyledir. Böylesine sade, devasa olduğu kadar kırılgan olan bir şey daha düşünmek gerçekten zor. Tam anlamıyla kocaman, geniş, uçsuz bucaksız. Burada ne görüyorsunuz? Bence çoğu insan aslında ufka bakıyor. Bu yüzden bence gerçekten denizi görmemek gibi bir tehlike var ve eğer gerçekten görmezsek, eğer kendi ikonografisi olmazsa, eğer görkemini gözden kaçırırsak, o zaman onu hiçe saymamız gibi büyük bir tehlike var.
Cancún bahar tatili için revaçtadır, tekila ve köpük partileri. Ve sularında öğrenci kulübünden erkekler deniz motorlarını ve muz botlarını sürebilirler. Ancak şimdi oradaki çalışmalarımız sayesinde, Cancún’un küçük bir köşesi artık sadece kendisi olduğu için değerli. Grenada’da, Cancún’da veya Bahamalar’da durmak istemiyoruz. Daha geçen ay, “Kıyametin Dört Atlısı”nı Thames Nehri’ne yerleştirdim, Londra’nın merkezindeki Parlamento Binası’nın tam önüne, bir şeyler değiştirmeye gücü olan insanların önüne iklim değişikliğiyle ilgili çarpıcı bir mesaj koymuş oldum.
Çünkü benim için bu yalnızca hedefe yapılan bir başlangıç. Okyanuslarımız için daha iyi bir gelecek görmek adına diğer kâşifler, yaratıcılar, filantropistler, eğitimciler, biyologlarla ortaklık yapmak istiyoruz. Heykelin ötesini ve sanatın ötesini görmek istiyoruz.
Diyelim ki şehirli 14 yaşında bir çocuksunuz ve daha önce okyanusu görmediniz. Doğal tarih müzesine veya bir akvaryuma götürülmek yerine, okyanusa, su altındaki Nuh’un Gemisi’ne götürüldünüz, ki buraya kuru camdan görüş tüneli ile erişerek okyanustaki doğal yaşam tarafından kolonileştirilen karadaki tüm doğal yaşamı görebilirsiniz. Açıkçası bu sizi çok etkileyecektir.
O yüzden haydi büyük ve derin düşünelim. Hayal ve irade gücümüzün bizi nereye götüreceğini kim bilebilir? Okyanusa sanatımızı götürerek, ambiyansın inanılmaz yaratıcılığından ve görsel etkisinden faydalanmakla kalmayıp, bir şeyler de geri verdiğimizi umuyorum ve yeni çevrelerin gelişmesini teşvik ederek, bir şekilde denizleri anlamak için yeni veya belki de gerçekten eski bir yol açıyoruz: Korumaya değer, hassas, değerli yerler olarak.
Okyanuslarımız kutsaldır.
Teşekkürler.