Gizemli batık şehir – Hazar gölü’nün hazinesi

400true numbers topleft 265true 800https://www.sualtigazetesi.com/wp-content/plugins/thethe-image-slider/style/skins/white-square-1
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide1
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide2
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide3
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide4
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide5
1
2
3
4
5

Dalış yapanlar bilir, Türkiye’de batık şehirlerle ilgili pek çok efsane ve rivayet vardır. Sonunda söylenen yere dalar ve şansınız varsa birkaç yıkıntı görebilirsiniz. Bu defa söylentiler haklı çıkıyordu. Bu, efsane değil gerçekti. Umduğumuzun çok ötesinde ve sınırlarını henüz anlayamadığımız bir batık yerleşimle karşı karşıyaydık.

Söz konusu efsaneler, genellikle topraklarımızda binyıllardır yaşamış farklı kültürler hakkında bilinmeyenlere dayanır ve insanlarımız gerçeği araştırmak yerine kendi hikayelerini yazmayı tercih ederler. Hazar gölünde “Batık Şehir” söylencesi de doğrusu bizim için biraz kuşkuluydu. Elazığ Valiliği gölde dalış yapmamızı ve kendilerine bu konuda bilgi vermemizi istiyordu. Minibüsle 17 saat süren yolculuktan sonra, 3 Haziran 2005 günü göle ulaştığımızda devlet erkânı ve TRT kameramanları bizi bekliyordu. Kendilerini ıslanmaktan pek de korumayan şemsiyeleriyle takım elbiseli izleyicilerimiz ve balık adam giysilerimizle biz, ahşap bir sandala doluşup, tepesi su yüzeyine çıkmış olan iki küçük kalıntıya doğru yola çıktık.

GERÇEĞE DÖNÜŞEN EFSANE
Su yemyeşildi ve dalışa geçer geçmez birbirimizi göremez olduk. İşte bu yeşil zaman tünelinden kayarak ilerlerken birden, koskoca bir karaltı beliriverdi. Yaklaşıp bakınca bunun usta bir işçilikle örülmüş tuğla bir duvar olduğunu fark ettik. Ellerimizle yoklayarak duvarları takip etmeye başladık. Kimi zaman doksan derece kıvrılarak, zikzaklar çizerek ilerliyordu. Sonra, alt katları kumun altında kaldığı için pencerelerinden girebildiğimiz odalar çıktı karşımıza. Hepsi de savunma duvarına bağlantılı olarak uzanıyordu. Kalıntılar bitmek bilmiyordu. Bu, efsane değil gerçekti.

İstanbul’a döner dönmez bu bölgede sualtı araştırması izni almak için Kültür Bakanlığı’na başvurdum. İzinlerin çıkması ve hazırlıkların tamamlanması birkaç ay aldı ve soğuklar bastırmadan ikinci kez, Engin Aygün’le beraber Elazığ’ın yolunu tuttuk. Bu sefer Ekim ayıydı ve Hazar, bizi yine yağmurlarla karşıladı. Fakat ayna gibi parlayan sularını çevreleyen sarp dağlarıyla öyle hayranlık verici ve gizemliydi ki, biz onun sırlarını çözmek için her türlü zahmete çoktan hazırdık.

Tabii ki sırlar, bu ilk karşılaşmadan sonra batık yerleşim üzerinde yaptığımız çalışmalarla birer birer çözüldü. Kendi imkanlarımızla başlattığımız çalışmalar, sonrasında İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğü ve Elazığ Valiliği desteğiyle sürdü.

“Doğu’nun Akdenizi” olarak isimlendirilen Hazar Gölü, Elazığ’ın yaklaşık 30 km. güneydoğusunda, Sivrice ve Maden ilçeleri sınırları içinde yer alıyor. Göl, doğu ucundaki “Gezin” kasabasına doğru derinleşiyor. 2006 yılında ekibimizde bulunan jeologların tespitine göre, gölün havzası bugünki kadar büyük değilmiş ancak yine depremler sebebiyle Dicle nehriyle olan bağlantısı kesildiği için, sular yükselerek bugünkü Sivrice’nin bulunduğu, daha sığ olan batı tarafına doğru genişlemiş.

Gelelim yakın tarihe; Hazar Gölü’nde 1957 yılında hidroelektrik santral işletilmeye başlamış, bunu takiben göldeki su seviyesi hızla düşmüştü. Buna bir de göl kenarındaki tuğla fabrikalarının çektiği su eklenince kıyı çizgisi, göl merkezine doğru gerilemiş ve kıyı şekli değişmişti.

12. YÜZYIL DİN MERKEZİ
Çevresinde çalışmalar yaptığımız haritalarda “Kilise Adası” olarak geçen küçük ada, Hazar Gölü’nün güneybatı tarafında, Sivrice ilçesine 2 km. uzaklıkta bulunuyor. Bu ada, gölün güney kıyısındaki Sürek köyü önünde yer alıyor. Bugünkü adanın aslında geçmişte yarımada olduğu tahmin ediliyor.
Antik yerleşim, tarihi kaynaklarda Dzovk olarak geçiyor. Saint-Martin, 1819’da yazdığı kitabında, burasının 11. yy. sonu ve 12. yy. başında önemli bir dini merkez olan Gatoğigosluk makamı olduğunu belirtiyor. Burada yaşayan en son Gatoğigos 3. Krikor Pahlavuni, stratejik konumu ve doğal yapısının kale inşasına çok uygun olması nedeniyle Asurlular’dan beri yerleşim gören Halfeti’deki Rumkale’yi 1150 yılında Haçlılar’dan satın alıyor ve gatoğigosluğu oraya taşıyor. Buradaki kilise ise harabe haline gelene kadar kayıklarla ulaşılarak yine ziyaret edilmeyi sürdürüyor. Şimdi sular altında kalmış olan kalın savunma duvarları, bu önemli merkezi korumak amacıyla inşa ediliyor.

GÖZETLEME KULELERİ
Çalışma süremizin çok kısıtlanmış olması sebebiyle her gün 1234 m. irtifada iki ya da üç dalış yaptık. Her bir dalış 1,5 – 2 saat sürdü. Dalışlarımız, Kilise Adası’nın yaklaşık 250 m. güneybatısında bulunan ve suyun çekilmesi sonrasında tepeleri açığa çıkmaya başlayan iki kuleden başladı. Bu gözetleme kuleleri, sualtında kalmış olan ana kapının iki yanında bulunuyor.

Çalışmalarımız sonucunda ortaya çıkartılan savunma duvarlarının uzunluğu 520 m. Kompleksi karaya bağlayan yolun uzunluğu 206 m.dir. Duvarın kalınlığı 2,2 m. ile 1,1 m. arasında. Duvarın kum üstünde kalan yüksekliği 6 metre fakat tüm yapılar yaklaşık 1,5 metrelik bir çamur-kum altında. Toplam 3 kule ve duvarla bağlantılı 14 oda mevcut. Odalar 2 katlı ve olasılıkla din adamlarının yaşadığı hücreler. Bazıları ise depo olarak kullanılmış. Bunlar, 24 m. boyunda 4 m. genişliğinde üstü beşik tonoz örtülü büyük bir yapı içinde bulundu. Yerleşime ana giriş dışında 3 giriş daha bulunuyor.

SELÇUKLU İZLERİ
Sualtında rastladığımız yonca ağızlı sofra anforaları da yerleşimin ortaçağ dönemine ait olduğuna işaret ediyor. Ada üzerinde gözlenen yeşil sırlı sgraffito ve turkuaz desenli sırlı tabak parçaları, bu alanın Selçuklu döneminde de kullanımına devam edildiğinin bir göstergesi.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, bu tarihi kalıntıların su altında kalmış olması bunların günümüze kadar ulaşmış olmasında çok büyük etken, çünkü gölün sodalı suyu, duvarlar üzerinde koruyucu bir kalker tabaka oluşturmuş. Suların çekilmesiyle su üstüne çıkan gözetleme kulelerinin 2 metrelik üst kısmı ise hızla bozuluyor.

PİLOT BÖLGE
Uluslararası akademik çevrelerde ve medyada büyük ilgi gören bu çalışma, Türkiye’de kültürel varlıkların korunması açısından önemli bir konu haline gelen sualtı çalışmaları için bir pilot bölge niteliğinde. Bu konuda elde edilen sonuçlar, özellikle barajlar nedeniyle sualtında kalacak olan kültürel varlıkların değerlendirilmesi açısından çok önemli verilere ulaşılmasını sağlayacak.

DALIŞ TURİZMİNE KATKI
Ayrıca batık şehir, dalış turizmi açısından bölge halkına önemli bir gelir kaynağı olacaktır. Çalışmalar sırasında sualtı polisi tarafından suyun altında bomba olduğu düşünüldüğünden bazı bölgeler araştırılamadı. Burası tüm planıyla ortaya çıkartıldıktan sonra, rehberli olarak dalışlara açılması mümkün.

Bu çalışma, Kültür Bakanlığı tarafından sualtı çalışmasına gönderilecek temsilci bulunamadığından erteleniyor. İleriki yıllarda, bu İ.T.Ü. projesine devam ederek geri kalan bölgenin de taranarak bölge halkının yararına sunulması hedefleniyor.

400true numbers topright 600true 800https://www.sualtigazetesi.com/wp-content/plugins/thethe-image-slider/style/skins/white-square-1
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide1
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide2
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide3
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide4
  • 5000 fade false 60 bottom 0
    Slide5
1
2
3
4
5

Not: Elazığ Valiliği, Mustafa Balaban, Sivrice Belediye Başkanı Hasan Karabulut, Ramazan Nazlıcan, Ali Ak ve Ahmet Ayaz’a teşekkürler.

Yazı: DR. ÇIĞDEM ÖZKAN AYGÜN
Foto: ENGIN AYGÜN

Kaynak: SkyLife

Bizi Sosyal Medyada Takip Edin !