DzKK Kupası’nda geçen yıl sanki hiç yaşanmadı

Marmara Denizi’nde geçtiğimiz yıl can pazarı vardı… Deniz Kuvvetleri Kupası’nın 45 yıllık tarihinde ilk kez “tekne terk” kararı verildi. Yarışa katılan 28 tekneden 12’si çeşitli nedenlerle “terk” bildirdi.

Bu yıl 46.’ncı yılına yelken basılacak. Ama öncesinde düzenlenen dümenci toplantısında geçen yıl sanki hiç yaşanmamıştı. Tek söz söylenmedi.

Deniz Kuvvetleri Kupası ile başlayıp DEYH (Doğu Ege Yelken Haftası) ile devam eden Büyük Yarış’ta “Salih Reis Kupası” adıyla düzenlenen 2016 yılını yaşayanlar, o geceyi belki de hiç unutmayacak.

Marmara Adası yakınlarında dümen palası kopan Acadia 7’yi kurtarmak için ekibi çok mücadele etti. Ama gecenin karanlığında hayatları tehlikeye girince “tekneyi terk” kararı vermek zorunda kaldılar. Başıboş bir şekilde dalgaların Bandırma sahiline sürüklediği Acadia 7, kayalıklara çarparak paramparça oldu.

Ama sıkıntı sadece onda değildi… Direk kıran, dümeni kopan, istralyası patlayan, ekiplerinde rahatsızlıklar baş gösteren 11 tekne daha yarıştan çekilerek çeşitli barınaklara sığındı.

Sonuçta, 28 tekne ile başlayan mücadelede Sığacık’a 16 tekne ulaşabildi.

O günlerde yazdığımız yazılarda, yaşanan bu olaylardan “alınacak dersler var” demiştik…
Aradan bir yıl geçti… Çıkardığımız dersler nelerdi?

Yarış, Ağustos ayından Temmuz ayına geri çekildi…
Organizasyonu gerçekleştiren TAYK, her teknede en az bir kişinin “Denizde Canlı kalabilme” (Sea Survival) eğitimi almış olmasını şart koştu…

Bu kadar!

Deniz Kuvvetleri Kupası’nın 46. Yılı buluşması öncesinde Fenerbahçe DG İstasyon Komutanlığı’nda düzenlenen dümenci toplantısında, geçen yıl yaşananlarla ilgili bir şeyler söylenmesini beklerdik.

Güvenlik konusunda alınan ek önlemler var mıydı?
Sahil Güvenlik hava sertleyecek olsa yine filoyu bırakıp geri çekilecek miydi?
Neler düşünülmüş, alınan derslerden ne gibi sonuçlara varılmıştı?
Organizasyonun ekiplere önerileri var mıydı?

Hayır!

Adeta “sessizlik yemini” edilmişti. Geçen yıl yaşananlarla ilgili tek bir cümle kurulmadı. Sanki geçen yıl hiç yaşanmamıştı!

Bunun yerine “cezalar” konuşuldu…
Deklarasyon vermeyenlere uygulanacak zaman cezalarından, Çanakkale Boğazı’ndan geçişte trafik ayırım hattının ihlalinden doğacak diskalifiyeye kadar uzanan yaptırımlar gündeme geldi sadece… Elbette tartışmaları da beraberinde getirerek…

Aklımıza birden yıllar önce İngiltere’de ünlü Cowes Week’te yaşanan kaza geldi.

Yarıştaki yelkenli teknelerden birinin çarmık telinin seyir halindeki ticari geminin çıpasına takılması, direğinin bir anda üç parçaya bölünmesi görüntüleri canlandı hafızalarımızda… Ve aynı anda dört güvenlik botunun tapa gaz olay yerine koşturması…

Cowes Week organizasyonu, bu olaydan çıkarttığı ders sonucu bir sonraki yılın yarış ilanına, “Yarışan tekneler için çatışmadan kaçınmak esastır. Çatışmadan sakınamıyorsanız, derhal yelken indirip motor seyrine geçin, neta olduktan sonra yelkeninizi yeniden basıp yarışa devam edin ve motor çalıştırdığınız süreyi raporlayın” maddesini ekledi.

Biz ne yapabilirdik?

Örneğin Çanakkale Boğazı’ndaki VTS sorumluları ile bir koordinasyon toplantısı yapıp, “Bu yelkenliler şu şekilde seyreder… İskele sancak değişen pozisyonları sizi yanıltmasın. Onlar kendilerini sakınacaklar. Siz sadece gemilere yapacağınız çağrılarla boğazda yelkenli tekneler olduğunu bildirin ve kaptanlara sakin olmalarını söyleyin” diyebilirdik.

Zira ne VTS görevlileri ne de gemilerdeki zabitler yelken seyrinin karakterini bilmeyebilirler. Rotalarındaki kontraları sürekli değişen tekneleri görünce panik olmaları ve hatta sinirlenmelerini hoş karşılamak gerek.

Böyle bir görüşme yapıldı mı?
Bilmiyoruz. Toplantıda söz edilmedi.

Marmara’ya geri dönelim… Acadia 7’nin “kurtarılamama” operasyonuna…

İri gövdeli, yüksek bordalı teknelerin, römorkörlerin ya da gemilerin zor durumdaki bir yelkenli tekneye, hele de o tekne karbon gövdeye sahipse, yardımcı olamayacağını hatta zarar verebileceğini bu olayda gördük. Ekip ise bizzat yaşadı…

O halde ne yapılabilirdi?

Beklenmedik durumda refakat gemilerinden suya indirilecek ve içinde kurtarma görevinde uzman kişilerin görev yapacağı şişme botlar kullanılabilir miydi acaba?

Ya da denizde kurtarmanın esası olan, “Tekneyi bırak, canları kurtar” prosedürü mü çalışmalıydı?

Bu konuda da tek söz edilmedi…

Dolayısıyla 2016’dan alınan ders, “Bir kişinin Sea Survival eğitimi almış olması” ile sınırlı kaldı.

Peki, eğer bu eğitim sertifikasına sahip kişi denize düşerse ne olacaktı?
Orası meçhul…

“Denize düşme” derken bir noktaya tekrar parmak basalım.

Halen can yelekleri konusunda da bir standard sağlanabilmiş değil.

Muhtemelen yarın Komite Botu’nun yanından geçerken giyilen yeleklerin bir bölümü yine hareket serbestisi sağlamayan ve arzulanan performanstan uzak turuncu renkli “cruise” tipi olacak. Veya çoğu kişi tarafından “can yeleği” muamelesi gören “kişisel yüzdürücüler”…

Otomatik can yeleklerine gelince… Onda da “ışıklı olacak” gibi bir zorunluluk duymadık… Acaba gece denize düşen bir kişi nasıl bulunacak?

Orası da meçhul…

Uzak bir örnek değil… İki sene önce Bozcaada yakınlarında bir kişi, istemsiz kavança atan bumbaya ardından vardavela teline çarparak kaburgaları kırık bir halde baygın olarak karanlık sulara savruldu.

Eğer gece görüş sistemine sahip Sahil Güvenlik botu yakında olmasaydı ve 20 dakika içinde denizdeki kazazedeyi sudan almayı başaramamış olsaydı, bugün o ekip üyesinin yasını tutuyor olacaktık.

Tüm bunlardan sonra şapkamızı önümüze koyup bir düşünelim.

Şimdiye dek neler yaptık?
Daha neler yapabilirdik?
Yapacağımız neler olabilir?
Bir acil durum prosedürümüz var mı?
Var ise bunu kaç kişi biliyor?

Organizasyonlarda çıta ancak böyle yükseltilir.
Bu gibi beyin fırtınaları yapmak organizasyonlara değer katar.

Ya da…
En iyi bildiğimiz şey yapılır,
Her şey Allah’a havale edilir.

Kaynak: Turksail

Bizi Sosyal Medyada Takip Edin !