Değerli sualtı camiası !

3 Eylül 2013 tarihinde, TSSF tarafından yayımlanan ve hükümleri Federasyon Başkanımız tarafından yürütülmekte olan (Talimat-Madde 30) “Donanımlı Dalış Talimatı” konusunda, aradan geçen süre içerisinde, çeşitli kanallardan, farklı kişilerden gelen eleştiri ve önerileri izledim. Bu eleştiri ve önerilere, henüz TSSF tarafından ciddi ve olumlu sayılabilecek cevaplar/açıklamalar maalesef gelmemiştir ve uygulama, halen yürütülmektedir. Bu koşullarda, ben de, konuya değin görüş, eleştiri ve önerilerimi sualtı kamuoyuyla paylaşmak ihtiyacı duydum.

Lakin bu girişim öncesi, beşeri ilişki kuralları kapsamında ve etik değer yargılarım bağlamında, öncelikle Federasyon başkanımız Sayın A. İnkılâp OBRUK’a, resmi kanallardan ve yazılı olarak, düşüncelerimi ilettim. Kendileri, kıymetli zamanlarından vakit ayırarak, beni makamlarına davet ettiler ve konuya değin görüşlerini paylaşmak nezaketini gösterdiler. Sergiledikleri bu saygın davranıştan dolayı kendilerine, sizlerin huzurunda, bir kez daha teşekkür ederim. Aynı şekilde, resmi kanallardan ve yazılı olarak, konuya değin düşüncelerimi, 23-24 Kasım tarihlerinde Antalya-Kemer’de toplanacak olan “Türkiye Dalış Merkezleri ve Dalış Eğitmenleri Çalıştayına” ilettim. Umarım değerlendirilir.

Kırk senedir bu sularda donanımlı dalış yapan, 1980 yılında kurulan Federasyonumuzun ilk yıllarından beri içinde olan, Üniversite kulübü (ODTÜ Sualtı Topluluğu), Spor kulübü (BSK/TBK), Dalış Merkezi (Archipel Dalış Mkz-Kaş) olmak üzere, Federasyonumuzun halen yönettiği tüm alanlarda faaliyet göstermiş bir dalıcıyım. Zamanında Federasyon kurullarında, hatta Federasyonumuzu ve ülkemizi temsilen CMAS kurullarında görev almış bir kişi olarak, kişisel ve vicdani sorumluluklarımın, konuya değin düşüncelerimi tüm sualtı kamuoyuyla paylaşmamı zorunlu kıldığını düşünüyorum.

Her şeyden önce, yöneticileri, temsil ettiği camianın büyük çoğunluğunun oy kullanamadığı seçimlerle belirlenmiş bir kurumdan (TSSF) bahsettiğimizi hatırlatarak, başlamak isterim. Ağır çoğunluğu seçme hakkından mahrum edilmiş bir camiayı temsil eden bir kurumun, aldığı kararlarda ve yaptığı uygulamalarda, daha itinalı davranması gerektiğini düşünüyorum. Camiaya, yöneticilerini seçme hakkının verilmemiş olması, kuruma (TSSF), kıymetli olabilecek fikirleri almadan, müzakere yapmadan, mutabakat aramadan karar alması ve uygulaması hakkını vermez. Aksi bir davranış, bugün maalesef tekrar yaşandığı gibi, “ben yaptım, oldu” anlayışının yeni bir tezahürü olarak değerlendirilir ve TSSF içinde bu tezahürü gösterenleri, kendi vicdanlarıyla baş başa bırakır.

Hepimiz biliyoruz ki, bir toplumda revaçta olan ve sıkça kullanılan değimler ve atasözleri, o toplumun sosyolojik genetik yapısının en belirgin ifadesidir. Bizim toplumumuzda da; “babası oğluna bir bağ bağışlamış, oğlu babasından bir salkım üzümü esirgemiş”, “vur dedik, öldürdü”, “adama beylik vermişler, önce babasını asmış” gibi, sık sık kullandığımız betimlemeler, aslında bugün yaşadıklarımızı en güzel ve en kısa ifade etmemizi sağlayacak benzetmelerdir. Bu açıdan bakıldığında, Talimatla dayatılmak istenen uygulamanın, sosyolojik genetiğimizle çok fazla çeliştiği söylenemez.

Lakin ortaya çıkan durum üzücü, gelişmeler kaygı vericidir. Ve yönetimlerin yaptıkları hataların, her şeyden önce, temsil ettikleri kurumların saygınlıklarını etkilediğini, kimi zaman da lekelediğini, unutmamak gerekir.

Yayımlanan ve yürürlüğe giren talimatın geneli değerlendirilmek istenirse, evrensel kuralları hiçe sayan, engelleyici, yasakçı, benmerkezci, dolaysıyla, kendi düşüncelerine göre başkalarının hayatlarını şekillendirmeye yönelik bir talimatname olduğunu söylemek, yapılacak eleştirinin asgarisidir.

Talimatın arkasındaki bu otoriter ve tekelci felsefi yaklaşım bir yana, “TSSF yaptı, peki sonra ne oldu?” sorusuna verilecek muhtemel cevaplar, olayın vahametini fazlasıyla gözler önüne serecek boyuttadır.

Bugün artık ülkemizde donanımlı dalış yapmaya kalkışmak başlı başına bir macera, çoğu zaman bir suç, kendini geliştirmek için bröve almaya kalkışmak bir bilmece, donanımlı dalış becerisini bir sonrakilere aktarmak için eğitmen olmaya kalkışmak, de facto bir çile haline getirilmiş durumdadır. Bürokratik yaptırımların “zenginliği”, konunun uzmanlarına taş çıkartacak boyuta ulaşmıştır.

Bir yandan da, bu güne kadar hak edilmiş bröveler, muhtelif söylevlerle, şaibeli hale getirilmeye çalışılarak, uygulamaya (Talimat) zemin yaratılmakta ve bu yöntemle böylesi totaliter bir talimata meşruiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır. Nitekim “ülkemizde zamanında üç yıldız eğitmenliklerin nasıl enflasyon yaratacak şekilde, hangi şartlarda verildiği” ve “elbette sayılarının da şimdiki gibi olmaması gerektiği” söylevleri, yaratılmak istenen şaibenin kamuoyu çalışmasıdır. Bir başka değişle, talimatın amacı ve hedefi en resmi ağızlardan açıklanmıştır. Hedef: eğitmen sayısını tırpanlanmak, söylev: şaibe, araç: işbu totaliter talimat olarak belirlenmiştir.

Velev ki bu söylenti ve/veya söylev doğru olsun. O zaman, sormazlar mı insana; “son 10 senesini bizzat bu yönetimle tamamlayan bir federasyonda, nasıl böylesi kanunsuzluklar oldu/olabildi” diye. Hadi, son yönetim döneminde geçen bu 10 sene içinde olmadı ama daha önce oldu diyelim. Peki, o zaman sormazlar mı yine; “geçen 10 yıl içinde bu konunun neden üzerine gidilmedi, neden gereken yapılmadı” diye…

Eğer TSSF içinde usulsüzlükler, haksızlıklar, kısaca kanunsuzluklar olduysa, sevapları ve günahlarıyla 10 yıl önce devralınan kurumda, bu güne kadar (kanunlara uyarak) gerekenin yapılması gerekmez miydi? TSSF’nin bu görevi layıkıyla zaten yerine getirmiş olması gerekirken, bugün kanunsuz uygulamalar içeren bir talimat yayımlayarak, tüm camiaya çeki düzen vermeye kalkması, yaklaşımın totaliterci olmasını kanıtlamak yanında, adalet duygusu olan her bireyi “rencide edecek” boyuttadır.

Geçmişi kötülemek, hiçbir zaman geleceğe sağlıklı ilerlemenin motoru olmamıştır. Kaldı ki, tarihine sahip çıkmayan kurumlar, geleceklerine güvenle bakamazlar.

Bugün, eğitmenini tırpanlamaya çalışan, “üç yıldız eğitmenler üstün akademik düzeyde insanlar olmalıdır” (yoksa yok olmalıdır) diyen TSSF’nin bu yönetimi değil midir ki, üç yıldız eğitmen olma koşullarındaki “üniversite diploması” şartını, “lise diploması” yeterliliğine tadil eden? Ki, doğru da yapmıştır. Neticede, rekreasyonel bir faaliyet için eğitim veren insanların yetiştirilmesidir konumuz. Bunun abartılacak bir tarafı yoktur. Eğlenmeye, iyi, güzel, hoş vakit geçirmeye yönelik bir faaliyetin eğitmeni olmak için de, yüksek lisans programına ve performansına ihtiyaç yoktur.

Zaten, “üstün akademik düzeyler”, akademik ortamlarda oluşur. Dalış camiası da (üç yıldız eğitmen seviyesinde bile) böylesi bir ortam değildir. Böylesi bir gereksinim de yoktur zaten… Elmalarla armutları toplayarak, cebirde başarılı olmak mümkün değildir.

Öte yandan, programı, müfredatı ve standartları olmayan, dolaysıyla içi boş ama adı pek hoş uzmanlık eğitimlerini alt alta talimata dizerek, “üstün akademik düzeylere” ulaşmayı ummak da pek mümkün değildir. Olmaya ki, çoğu zaman yapıldığı üzere, “malum dalış kuruluşunun” ingilizce kitapları, telifsiz (korsan) tercüme edilip, biraz da ülkemiz sualtı görselleriyle süslenip, “biz yaptık” söyleviyle, alelacele piyasaya sürülmesin…

Konumuza değin “üstün akademik düzeye ulaşmak”, olsa olsa, özellikle son 25 yıl içinde Federasyonumuzun uygulamaya koyduğu yasakçı, benmerkezci, tekelci zihniyeti, tarihi ve felsefi perspektifte araştırarak, gerçekleştirilecek bir doktora teziyle sağlanabilir. Bu konuda ise, Resmi Gazete arşivlerinde gerekenden fazla kaynak mevcuttur.

Ana konumuza dönmek gerekirse, dönemin ve geçmişin (eğer varsa) hatalarını/suçlarını temizlemenin yolu, şaibelerle kamuoyu yaratmak, eğitmenleri düşman ilan etmek, hedef göstermek ve kazanılmış hakları kanunsuz yöntemlerle geri almaya kalkmak olmamalıdır.

Esasen, “kazanılmış hakkın geri alınması”, dolaysıyla “kanuna aykırı uygulama” bahis konusu talimatta, tadil edilmesi gereken ana konuyu oluşturmaktadır.

Ülkemiz hukuk sisteminde de kabul gören evrensel prensip, “kazanılmış hakkın korunmasını” gerektirir. Tabi ki, günün birinde, Meclis yasa yoluyla veya İdare/Yürütme organı düzenleyici işlemle (Yönetmelik, Talimat, vb yoluyla), bir kural getirerek, “bundan böyle, bir hakkın/yetkinin elde edilme biçimi budur” diyebilir. Bu kural, yasayla oluşturulmuşsa, anayasaya aykırılığı, yönetmelik/talimat, vb ile oluşturulmuşsa, kanuna/kanunlara aykırılığı tartışmaya her daim açıktır. Hiçbir kanun, hiçbir düzenleyici işlem, önceki mevzuat gereğince kazanılmış hakları ortadan kaldıramaz, geri alamaz. Bununla birlikte, geçiş hükümleri getirebilir. Yani, “Bundan böyle bu şekilde olacak ama eskiden bu hakka sahip olanlar için, maddi ve manevi masraf ve yük getirmeyecek, uyumlaştırma yöntemi şu şekilde düzenlenmiştir” demelidir ki, sistemde bütünlük sağlanabilsin.

Nitekim TSSF bünyesinde uygulanmaya çalışılan “ben yaptım, oldu” zihniyeti ne derse desin, kanun böyle demektedir.

Bu koşullarda, Talimatta belirtilen Geçici Madde 1’in, aşağıdaki şekilde tadil edilmesi, uygun olacaktır ve kaçınılmazdır.

Belgelerin geçerliliği
GEÇİCİ MADDE 1
(1) Bu talimatnamenin yürürlüğe girmesinden önce dalıcı ve eğitmen olanlarda, bu talimatta belirtilen uzmanlık şartları aranmaz. Bu talimatla belirlenen ve bröve seviyelerine tekabül eden uzmanlık haklarından yararlanırlar. İki ve Üç yıldız eğitmenler, herhangi başka bir şart aranmaksızın, maddi ve manevi masraf ve yük getirmeyecek, kısa süreli uyum ve tanıtım seminerine katılmak kaydıyla, uzmanlık eğitmenliği haklarından yararlanırlar.
Bu maddenin (2) numaralı bendi (paragrafı), talimatın kendi iç mantığı ile uyumlu olmadığı için, aşağıdaki gibi düzeltilmiştir.
(2) Bu talimat yürürlüğe girmeden önce herhangi bir dalış kuruluşu bünyesinde aktif Eğitmen ve Rehber olanlar Madde 19’da belirtilen sağlık şartlarını, bağlı bulundukları dalış kuruluşu yetki belgesi geçerlilik süresinin sonuna kadar yerine getirmelidirler. Bu süre sonunda, sağlık şartlarını yerine getirmeyen aktif Eğitmen ve Rehberlerin belgeleri, sağlık koşullarını yerine getirmedikleri sürece, aktif hale getirilmez.

Aşağıdaki (3) numaralı bent (paragraf), korunmuştur:
(3) Bu Talimatın yayımından önce alınmış olan yetki belgeleri, yetki belgesinde belirtilen sürenin sonuna kadar geçerlidir ve bu süre sonunda dalış kuruluşlarının yetki belgesi talebinde bulunmaları halinde; yetki belge bedeli ve eğitmen ödentileri ay hesabı ile ücretlendirilerek aynı yılın 31 Aralık tarihine kadar geçerli olmak üzere yetki belgesi verilir. Bu Talimatın yayımından sonra 31 Aralık 2013 tarihine kadar yetki belgesi süresi biten dalış kuruluşlarının yetki belgesi talebinde bulunmaları halinde; yetki belge bedeli ve eğitmen ödentileri ay hesabı ile ücretlendirilerek aynı yılın 31 Aralık tarihine kadar geçerli olmak üzere yetki belgesi verilir.

Federasyonumuzun, talimatın yayımlandığı haliyle yürürlükte kalmasında ısrarcı olması, önümüzdeki dönemde hukuki arayışların kaçınılmaz olmasını getirecektir. Takdir edileceği gibi, TSSF tarafından alınmak istenen haklar, haklarını yitirenler tarafından her yoldan aranacaktır. Hukuki mücadele sonucunda Federasyonumuzun alacağı yaralar ise, başta kurum ve onu temsil edenler olmak üzere, istenmeyen itibarsızlıklara neden olacak, camiayı da üzecektir. Bu camianın hiçbir üyesi, kendisini temsil eden kurumun itibarsızlaşmasını istemez. Dolaysıyla, böylesi hukuki garabetlere neden olan bu talimatın ivedilikle geri çekilmesi veya katılımcı, paylaşımcı bir yaklaşımla, müzakere ve mutabakat yöntemiyle yeniden düzenlenerek, aklın yoluna ulaşılması, TSSF tarafından alınacak en doğru karar olacaktır. İnsanlar da, kurumlar da hata yapabilirler. Hatadan dönmesini bilmek, en büyük fazilettir.

Konunun özünden biraz sapmak pahasına, Talimat-Madde 19 ve 20’ye de değinmek istiyorum. İnsana, kendisini Kafka romanlarından bir bölüm okumuş gibi hissettiren (özellikle Madde 20) bu bölüm, okuyana metamorfozunu yaşatacak boyuttadır.

Şunu bilmekte ve kabul etmekte fayda var ki, dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir ulusal federasyonunun dalış talimatı, yönetmeliği, vb mevzuatında böylesi bir madde (Madde 20) yoktur ve zaten de yok! Bu iddiamı kaleme almadan önce, donanımlı dalış konusunda çok yol kat etmiş 7-8 ülkenin ulusal dalış federasyonlarının yönetmeliklerini inceledim. Hatta PADI, SSI, NAUI ve derin suda teknik dalış uygulayan TDI gibi ticari ağırlıklı hür teşebbüs kuruluşlarının mevzuatlarına baktım. Dalıcı olsun, eğitmen dalıcı olsun, hemen hemen hepsinde, “sualtı sporları, özellikle donanımlı dalış yapmasına engel yoktur” ibaresi taşıyan doktor raporu geçerli ve yeterli olmaktadır. Bazı ülkelerde ise tercihen (ama zorunlu değil!) spor sağlığı hekimi raporu isteniyor. Hiperbarik tıp uzmanı raporu, bazı ülkelerde ve sadece sanayi dalışlarında çalışan personelin (hepsi değil) bazı tetkikleri için zorunlu olabiliyor ki, o da zaten bizim konumuza girmiyor. Böylesi evrensel bir teamül söz konusu iken, Federasyonumuzun talimatıyla dayatılmak istenen “Sualtı Hekimi ve Hiperbarik Tıp Uzmanı” zorunluluğu, ister istemez bazı soru işaretleri yaratıyor.

Ülkemizde 6 sene, bazı ülkelerde 7, hatta 8 sene tıp eğitimi alan bir hekim, sualtı sporları ve/veya donanımlı dalış yapacak bir şahsı nasıl tetkik edeceğini, eğitimi-öğretimi sırasında öğreniyor ve biliyor. Akademik içerikte (kürsüste) var bunlar. Uzun süreli temel tıp eğitimleri sırasında öğretiliyor bunlar. Şüphe uyandıran bir vaka önüne geldiği zaman da, hekimimiz bunu uzmanına, bir kalp-damar uzmanına, bir kulak-boğaz-burun uzmanına, bir dâhiliye uzmanına veya bir hiperbatik tıp uzmanına sevk edeceğini de biliyor. Ve gerekeni zaten yapıyor. Bu koşullarda, dalıcımızın, eğitmenimizin özellikle bir “Sualtı Hekimi ve Hiperbarik Tıp Uzmanı” tarafından tetkik edilmesi dayatmasının, tıbbi kaygılar dışında, başka açıklamaları da olsa gerekir diye düşünmemek elde değil.

Öte yandan, Madde 20’de belirtilen tetkiklerin büyük bir bölümü zaten çeşitli dallarda uzmanlaşmış hekimler tarafından icra edilmek zorundadır ve talimatta da açık açık belirtilmektedir. Dolayısıyla, “Sualtı Hekimi ve Hiperbarik Tıp Uzmanı” zorlamasını algılamak bizler için, açıklamak ise bu zorlamayı dayatmaya çalışanlar için oldukça zordur. Zaten anlaşılacağı üzere, Madde 20, tümüyle “Profesyonel Dalış Yönetmeliği”nden alınarak, “kes-yapıştır” yöntemiyle buraya konulmuştur. Nitekim “Sanayi dalgıcının davranışı”, vb gibi ibareler içermektedir (bkz. Talimat-Madde 20/ç). Böylesi kolaycı ve özensiz yöntemlerle kaleme alınan talimatlar da, maalesef, taşı çıkarmakla uğraşan aklıselimin zamanını gereksiz yere harcamaktadır. Öte yandan, bu garabetleri içeren bir talimatın, Resmi Gazete’ye kadar ulaşması ve hatta yayımlanması da, değil sualtı camiası, tüm ülke insanı tarafından üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bu kadar basit mi olmalıdır bu ülke insanını kendi düşünceleri bağlamında şekillendirmeye kalkışmak?

Bir başka anlamsızlık ise, neredeyse uzay mekiği pilotu koşullarına cevap verecek tıbbi kontrollerin beş sene de bir yapılıyor olmasıdır. Beş sene gibi bir süre içinde, insanın herhangi bir hastalıktan iki-üç kere ölecek zamanı olmaktadır. Bu çelişkili yaklaşım ise, amiyane benzetmeyle, perhizle lahana turşusu ilişkisini andırmaktadır.

Öte yandan, bizim üç yıldız dalıcılarımız ve eğitmenlerimizden sağlık açısından beklentimiz, bizden 30-35 sene önce bu dalda federasyonlaşmış, bu dalda çok yol almış ülkelerinkinden neden farklı olabilir? Ülkemiz insanı dalış engelli midir? Türkiye coğrafyası insanının suya hassasiyeti diğerlerinden daha mı yüksektir? Bizler genetik olarak sağlıksız insanlar mıyız? Madde 20 gibi mesnetsiz ve anlamsız bir madde konunca talimata, maalesef soruların sonu gelmiyor…

Bu maddelere değin anlaşılması mümkün olmayan bir başka konu ise, 20. Maddenin kimin için, ya da kime hitaben kaleme alındığıdır. Bunu okuyup anlaması, nerelerini kime, nasıl kontrol ettireceğini bilmesi gereken sanırım dalıcımız, rehberimiz ya da eğitmenimiz olamaz. Bu onun işi değildir. Yok, eğer bu madde vakayı tetkik edecek hekim için kaleme alındıysa eğer, bu zaten onun işidir. Bunları ayrıca ona yazmak, abesle iştigal etmek olur. Belki de bir ironi söz konusudur, ya da hekime hekimlik öğretilmeye çalışılmakta, tereciye terenin nasıl satılacağı anlatılmak istenmektedir. Saygısızlığın boyutu büyüktür. Üzücü olan, Federasyonumuzun resmi yayınlarının buna alet edilmiş olmasıdır.

Konuya değin sıralanan argümanlarda amaç, herhangi bir meslek grubuna, herhangi bir bilim dalına kaşı durmak, saygısızlık etmek değil tabiatıyla… Ancak, rekreasyonel dalışa değin bir Talimatın, büyük bölümünün “hiperbarik tıp literatürüne” ayrılmış olması, ister istemez, “acaba dünyayı yalnızca etnolojik bakış açısıyla görmeye kalksaydık, evreni sadece folklor oyunlarıyla açıklamak durumunda mı kalırdık” gibi soruları akla getiriyor…

Tatlıya bağlamak amacıyla, konuya değin camiada dolaşan bir şakayı da burada paylaşmak istiyorum: “Mülkiye, Genel Müdürlük kanalıyla zaten hep aramızda. Harbiye zaten hep içimizdeydi. Muhtemelen artık Tıbbiye de aramıza katılmak istedi”. Şahsen, Tıbbiyenin tarihi/siyasi perspektifte Tıbbiye olduğu dönemde, Tıbbiyeli olmuş bir büyük dedenin torunu ve yine Tıbbiyeli bir babanın oğlu olarak, “hayırlara vesile olsun” mu demek lazım…, bilemiyorum…

Yukarıda değindiğim argümanlar bağlamında, Talimatta belirtilen Madde 19’un aşağıdaki şekilde tadil edilmesinin ve Madde 20’nin tümüyle talimattan kaldırılmasının uygun olacağı kanaatindeyim.

Eğitmen ve Rehber Dalıcı Sağlık Şartları
MADDE 19
(1) Eğitmen ve rehberler, dalış özelliklerinden dolayı tam sağlıklı olmak zorundadırlar. Bir, iki ve üç yıldız eğitmenler, rehber balıkadam eğitim ve sınavını başarıp belge almak için başvuran rehber dalıcılar ve tanıtım dalışı uzmanlığı alarak dalış kuruluşlarında tanıtım dalışı yaptıracak üç yıldız dalıcılar, “sualtı sporları ve özellikle donanımlı dalış yapmasında tıbbi açıdan bir sakınca yoktur” ibaresini taşıyan doktor raporu almak zorundadırlar. Raporun bir örneğini bağlı bulundukları dalış kuruluşu kanalıyla, yetki belgesi yenileme evraklarına ek olarak, Federasyona iletmek zorundadırlar.
(2) Sağlık raporlarının geçerlik süresi 1 yıldır. Sene ortasında sağlık raporu süresi bitenlerin çalışma belgesi rapor bitiş süresine kadar verilir. Bu sürede raporunu yenileyenlerin belgesi sene sonuna kadar uzatılır.
(3) Sağlık durumlarının değiştiğine dair kuşku oluşanlardan, Federasyon tarafından sağlık raporunun yenilenmesi talep edilebilir.
(4) Doktor muayenesi sonucunda raporlarına sağlık yönünden “GEÇİCİ OLARAK DALIŞ YAPAMAZ” kaydı düşülenlerin dalış yapmaları yasaktır. Ancak, dalış yapmadan, eğitmen olarak çalışması ve teorik eğitim vermesinde bir sakınca yoktur. Dalışa geçici olarak engel olan sağlık durumu düzeldiğinde, hekim tarafından muayene olunur ve “DALIŞ YAPABİLİR” raporu muayene olan tarafından Federasyona iletilir.
(5) Muayene sonucunda raporlarına sağlık yönünden “DALIŞ YAPAMAZ” kaydı düşülenlerin dalış yapması yasaktır. Ancak, dalış yapmadan, eğitmen olarak çalışması ve teorik eğitim vermesinde bir sakınca yoktur. Konuya değin itiraz Federasyonun Sağlık Kuruluna yapılabilir. Sağlık kurulu gerekli gördüğünde ek tetkik ve muayeneler yaptırarak itirazı karara bağlar.

Sağlık açısından dalışa uygunluk koşulları
MADDE 20 – Tümüyle talimattan kaldırılması kaçınılmazdır.

Bu aşamada, umarım ve dilerim ki, yukarıda belirttiğim görüş, eleştiri ve önerilerim Talimatın 27. maddesinin, 25. bendi (Federasyonun kurumsal kimliğine zarar verici, federasyon ve görevlilerini rencide edici yayında bulunan, Federasyon etkinliklerini engellemeye yönelik yayın ve davranışta bulunan eğitmen ve dalıcılara yetki belgesi bedelinin 5 katı tutarında para cezası verilir. Eylemin tekrarı halinde belgeleri 1 yıl süre ile askıya alınır) kapsamında değerlendirilmez? Kaldı ki, bu maddede belirtilen “rencide edici” kavramı da, son derece sübjektif bir kavramdır ve bakış açısına göre farklı değer yargılarıyla, farklı anlamlar kazanabilir. Fazlasıyla esnektir. Ne zaman istenirse o zaman, kime karşı istenirse ona karşı, keyfe keder kullanılabilir. Mesela ben, 21. asırda böylesi bir talimatla suya giriyor olmaktan şiddetle rencide olabilirim! Bu düşüncem de, ifade özgürlüğü kavramını hiçe saymak kaydıyla, kurumu (TSSF) rencide edebilir…

Hukuk, ceza hukuku, böylesi durumları irdelemek ve çözüme kavuşturmak için “hakaret” olgusunun oluşup oluşmadığını değerlendiriyor. Hakaret kavramı da, sosyolojisi geniş bir kavram. Bizim hukukumuz, belirli bir sosyolojik varsayımla neyin hakaret olup, neyin sayılamayacağına karar veriyor. Cürümün gerçekleşmesi halinde de, cezalandırıyor. Burada asıl soru şu olmalı: “Bizim Federasyonumuz, bu coğrafyada uygulanan bir hukuk sistemi varken, neden kendi hukukunu, kendine özgü hukuku yaratmaya çalışıyor?” İnsanlık, bu tip totaliter arayışlarla tarihte yüzleşti. Sonuçları her zaman vahim ve hazin oldu. Bizim Federasyonumuz, bizi temsil eden Federasyon neden bizden bu kadar çekinir oldu?

Tabi ki, maddelerin arasına sıkışıp kalarak, büyük resmi kaçırmamak gerekiyor. Büyük resmi küçük bir simülasyonla görmeyi deneyebiliriz. Şöyle ki, cebimizde eğitmen brövemiz, birkaç gün, güneyde bir dalış merkezine dalış yapmaya gitsek… Dalış merkezini yöneten arkadaşımız, eğitmen brövemizi görerek, “hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, bugün bir eğitmen sıkışıklığımız var hocam, bir yıldız eğitimi alan 2 öğrencimiz var, uygun görürseniz, sizden rica etsem, bugünkü 1P3 sualtı eğitimlerini siz verebilir misiniz?” diye sorsa ve bunu kabul edip, işe soyunsak, bu SUÇ! (Talimat-Madde 27/5: Dalış eğitmenleri veya rehber dalıcıların sözleşmeli olarak çalıştığı dalış kuruluşundan başka dalış kuruluşunda veya yetki belgesine kayıtlı olmadan dalış kuruluşunda görev alması veya eğitim vermesi halinde belgelerinin bir yıl süre ile askıya alınır. Yetki belgelerinde kayıtlı olmayan eğitmen veya rehber dalıcı çalıştıran dalış kuruluşuna yetki belgesi bedelinin 3 katı tutarında para cezası verilir.)
Veya dese ki, “hocam, sualtı eğitiminden vazgeçtik, en iyisi siz güvertede 1T4 dersini (basınç-hacim) verin.” Eğer uygularsak, bu da SUÇ! Yine Talimat Madde 27/5!

Veya rica etse, “eğitimden tamamen vazgeçtik hocam, şu iki yıldız seviyesinde 3 arkadaşımızla beraber gidin güzel bir dalış yapın, tadını çıkarın, siz de dalış liderliği yaparsınız”. Yine olmadı, yine SUÇ! Yine Talimat Madde 27/5 (“görev alması […] halinde belgeleri bir yıl süreyle…”). Öylesine elastik bir “görev alması” sözcüğü var ki, kıçtankara yaparken palamar veriyor olsanız bile, hemen sizi kapsama alanına alıyor…

Aslında, gereksiz zaman harcıyoruz… Nitekim “Talimat” yetmezse, arkasında “Yönetmelik” var! (Bkz. Yönetmelik-Madde 8/1: Dalış eğitmenleri ve rehber dalıcılar, yetki belgesi almış bir dalış kuruluşuna kayıtlı olmaksızın eğitmenlik ve rehberlik yapamazlar).

Eğer bir dalış merkezi veya spor kulübü bünyesinde kayıtlı olup, Federasyona yıllık ödemeyi yapmamışsam, elimdeki eğitmen belgesi ne olursa olsun, alabileceğim mesafe en fazla bir dalış grubunda artçılık yapmak olur. Eğer onu da “görevden” (Bkz. Talimat-Madde 27/5) saymazsak. Yoksa o da SUÇ!

Değil suya girmek, boynumuzu bile oynatamıyoruz aslında ama kapı gibi plastik belgelerimiz var elimizde!

Büyük resim aslında şu: belge var, yetki yok. Ne ilginçtir ki, buna rağmen “eğitmenlik enflasyonu yaratıldığı” üzerine bir şaibedir var ve sürekli de yayılmak isteniyor… Saçmalık ve anlamsızlıkta zaten burada başlıyor: yetkinin elinizden alındığı bir ortamda belgeyi tartışmak durumunda bırakılmak… Yazımın başında değindiğim, “evrensel kuralları hiçe sayan, engelleyici, yasakçı, tekelci” büyük resim, işte aslında bu!

Konunun üzerinde detaylı bir çalışma yapılarak, gerek bu Talimat (03.09.2013), gerekse öncesinde yayımlanan son Yönetmelik (10.09.2008) içeriği ve maddeleri teker teker incelenip, baskı, zulüm ve kanunsuzlukların kitabesi yazılabilinir. Ve nitekim Camiamız, yıllardır, kıymetli zamanını, maalesef “taş çıkartmaya” harcamak zorunda kalmaktadır. Asıl önemli olan ise, “taş atmaktan” vazgeçmemizi sağlayacak, akli ve zihni ergenliğe nasıl ulaşabileceğimiz üzerine, artık düşünmeğe başlamaktır.

Sonuç olarak, kalemi elimize aldığımızda, eğer kafalarımız aynı kafalarsa, aradan 25-30 yıl da geçmiş olsa, hep aynı şeyleri yazıyoruz. Dayatmacı, engelleyici, yasaklayıcı ve cezalandırıcı kafalarımızdan kurtulmadığımız sürece, vesselam paradigmalarımızı değiştirmediğimiz sürece, aklıselimlerin çok zamanı heba olacak ve daha çok rencide olacağız böylesi talimatlarla suya atlıyor olmaktan…

30 maddelik talimatta, yasaklamaları saymıyorum, 33 tane ceza bendinin bulunması, sanırım bunun en belirgin kanıtı olmalı…

Şahsen, bu camianın her kademesinde bulunmuş, her alanında faaliyet göstermiş bir dalıcıyım. Hepsinin tadı, ayrı ayrı damağımda… Halen, bir Devlet üniversitesinde görevliyim. Dolaysıyla, bu dalda ticari bir etkinliğim yok. Açıkçası, böylesi bir beklentim de yok. Birkaç yıldır “aktif” eğitmen bile değilim… Ama dalmak kanımda! Seviyorum dalmayı ve dalmak istiyorum özgürce…, şairin dediği gibi, “bu hasret bizim”! Lütfen, artık bu hasreti daha fazla çekmeyelim…

Gerek camiadaki üzüntü ve huzursuzluğun bir an önce sonlanması, gerekse kazanılmış hakları yok sayan hukuksuzluğun süratle ortadan kaldırılması açılarından, TSSF tarafından, “Donanımlı Dalış Talimatı”na değin yürütmeyi durdurma kararının (en azından aklıselime ulaşma sürecinde), ivedilikle alınması ve resmi kanallardan açıklanması, gelişmelerin kaderini belirleyecektir.

Saygılar sunarım.


Levent YÜKSEL
532 262.48.48
levyuksel@gmail.com

Bizi Sosyal Medyada Takip Edin !