Cumhuriyet, kelime anlamı olarak, “halkın egemenliği” anlamına gelir ve yönetim yetkisinin bir kişiye veya bir zümreye değil, halka dayandığı bir yönetim biçimini ifade eder. Latin kökenli res publica, yani “halka ait olan” anlamına gelen bu kavram, tarihte ilk defa Roma İmparatorluğu döneminde halkın kendisini temsil eden bir yapı kurduğu modelde belirginleşmiştir. Zamanla, toplumların yönetim biçimleri arasında önemli bir yer edinmiş olan cumhuriyet fikri, tarih boyunca birçok medeniyette farklı şekillerde vücut bulmuş ve çağların değişimiyle bugünkü anlamını kazanmıştır. Cumhuriyetin kökeni antik çağlara kadar gider. Antik Yunan’da Atina, doğrudan demokrasiye dayalı bir yönetim biçimiyle halkın karar alma süreçlerine katılımını sağlamıştı. Ancak bu yapı, tam anlamıyla bir cumhuriyet değildi; çünkü vatandaş sayılan küçük bir azınlık dışında geniş halk kitleleri, özellikle köleler ve kadınlar, bu sürece dâhil edilmemişti. Buna rağmen, Atina’daki doğrudan demokrasi denemesi, cumhuriyet fikrinin temellerinden birini oluşturmuştur. Roma İmparatorluğu ise Cumhuriyet kelimesini gerçek anlamda tarihe kazandıran ilk medeniyet olarak kabul edilir.
BAĞIMSIZ CUMHURİYETÇİ YAPILAR
Roma Cumhuriyeti (M.Ö. 509 – M.Ö. 27), halkın seçtiği temsilciler yoluyla yönetildiği bir yapı sunmuş, bu bağlamda senato gibi temsil organları oluşturmuştu. Roma halkı, sınıf ayrımlarına rağmen, siyasal katılım süreçlerine dâhil olabilmişti. Roma Cumhuriyeti’nin çöküşü ve ardından imparatorluk dönemine geçişle bu yönetim biçimi sona ermiş olsa da, Roma Cumhuriyeti, ilerleyen yüzyıllarda cumhuriyet fikrine ilham kaynağı olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Avrupa’da krallıklar ve feodal düzen yeniden egemen hale gelmişti. Ancak, Orta Çağ Avrupa’sında bazı şehir devletleri, bağımsız cumhuriyetçi yapılar kurarak halkın söz sahibi olduğu yönetim biçimlerini yaşatmaya devam ettiler.
AMERİKAN VE FRANSIZ DEVRİMLERİ
İtalya’daki Venedik Cumhuriyeti ve Cenova Cumhuriyeti gibi şehir devletleri, ticaretle zenginleşen kentlerde halkın belirli kesimlerinin yönetime katılabileceği bir yapı sunmuştu. Bu cumhuriyetler, seçilmiş yöneticiler ve meclisler aracılığıyla, monarşik düzenin hâkim olduğu bir dönemde halkın sesini duyurabildiği istisnai örnekler olarak tarih sahnesinde yerlerini aldı. Ancak, bu cumhuriyetlerde de her vatandaş yönetim sürecine katılamıyordu; yine de bu örnekler, halk egemenliğine dayalı yönetim fikirlerinin sürekliliğini göstermesi açısından önemlidir. 18.yüzyılda Amerikan Devrimi (1775-1783) ve Fransız Devrimi (1789) ile cumhuriyet fikri yeniden canlandı ve modern anlamını kazandı.
Amerikan Devrimi, İngiliz kolonilerinin bağımsızlık mücadelesi sonucunda cumhuriyetçi bir yönetim biçiminin benimsenmesine yol açtı. Bu süreçte, özellikle halkın seçtiği temsilcilerin yasama süreçlerine katılımını öngören bir anayasa ile Amerika Birleşik Devletleri kuruldu. Bu model, birçok ülkeye ilham kaynağı oldu. Fransız Devrimi ise “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” ilkeleri doğrultusunda monarşiye karşı çıkmış ve halk egemenliğine dayanan bir cumhuriyetin temellerini atmıştır. Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’da cumhuriyet fikri hızla yayıldı ve halkların kendi kendini yönetme hakkı önemli bir siyasi ideal haline geldi. Fransız Devrimi, dünya genelinde monarşik düzene karşı cumhuriyetçi fikirlerin yükselmesine yol açarak 19. Yüzyıl boyunca sürecek bir dönüşümün kapılarını araladı. Osmanlı İmparatorluğu’nda cumhuriyet fikri, Batı’daki bu gelişmelerin etkisiyle 19. Yüzyılda filizlenmeye başladı.
Osmanlı aydınları, özellikle Avrupa’ya eğitim için giden gençler aracılığıyla Batı’daki siyasi gelişmeleri izliyor, bu yeni fikirlerin Osmanlı toplumunda da uygulanabilirliğini tartışıyorlardı. Jön Türkler olarak bilinen Osmanlı aydın ve reform yanlıları, Osmanlı’da meşruti bir yönetim kurulması ve halkın daha fazla söz sahibi olabilmesi için mücadele ettiler. Bu bağlamda, 1876 yılında I. Meşrutiyet’in ilan edilmesi, Osmanlı’da halkın yönetimde daha fazla yer alabileceği bir düzenin ilk adımı oldu.
JÖN TÜRKLER VE II. MEŞRUTİYET
Ancak bu dönemde tam anlamıyla bir cumhuriyet fikri uygulanabilir görünmüyordu; çünkü meşrutiyetin esas amacı, monarşinin gücünü sınırlamak ve anayasal bir çerçeve oluşturmaktı. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılında ise Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin etkisiyle, Osmanlı’da daha radikal siyasi fikirler tartışılmaya başlandı. Bu dönemde Osmanlı aydınları arasında cumhuriyet fikri giderek daha fazla kabul görmeye başladı. Ancak yine de padişahın varlığı, monarşik düzenin tamamen sona erdirilmesini engelliyordu. Cumhuriyet fikrinin Osmanlı’daki gelişimi, bu nedenle daha çok bir siyasi ideal olarak kaldı. Cumhuriyet fikri, Kurtuluş Savaşı ile birlikte Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından Türkiye’nin bağımsızlığına kavuşmasında bir hedef olarak belirlendi. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sonunda işgal edilmesi ve Sevr Antlaşması ile yok edilmek istenmesi, yeni bir devlet kurulması fikrini güçlendirdi.
KADINLAR CUMHİRİYET İLE SÖZ SAHİBİ OLDU
Atatürk ve silah arkadaşları, halkın egemenliğine dayalı yeni bir yönetim biçimi arayışına girdi ve bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini attılar. 1923 yılında Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte Türkiye, tarih sahnesinde yeni bir devlete, modern bir ulus devlete kavuştu. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’ndan farklı olarak, laik ve demokratik bir yönetim anlayışı benimsendi. Halkın kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olduğu bu yeni yönetim biçimi, Türkiye’nin modernleşme sürecini hızlandırdı. Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından biri eğitim, hukuk ve kadın hakları gibi alanlarda gerçekleştirilen reformlar oldu. Laiklik ilkesi, din ve devlet işlerinin ayrılmasını sağlayarak, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olmasını güvence altına aldı. Kadınlar, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte toplumsal hayatta daha fazla söz sahibi olmaya ve iş hayatına katılmaya başladılar. Ekonomik alanda ise Cumhuriyet’in kazanımları, Türkiye’nin bağımsız bir ekonomiye sahip olmasını hedefleyen sanayileşme hamleleri ile kendini gösterdi.
MONARŞİDEN CUMHURİYETE
Devlet eliyle kurulan fabrikalar ve altyapı projeleri, Osmanlı’nın borç batağından kurtulmaya çalışan yeni Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını kazanmasını sağladı. Cumhuriyet’in sunduğu fırsatlar sayesinde halk, siyasi ve ekonomik süreçlerde aktif bir rol üstlenme şansına sahip oldu. Cumhuriyet, Türkiye’nin sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bağımsızlığının ve halk egemenliğinin simgesi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun geleneksel monarşik yapısından koparak, halkın kendisini yönetme hakkını elde etmesiyle birlikte, Türkiye modern bir ulus-devlet olarak dünya sahnesine çıkmıştır. Cumhuriyet, toplumun tüm katmanlarını kucaklayan, bireylerin özgür ve eşit olduğu, halkın iradesinin en üst değer olarak kabul edildiği bir yapının temellerini atmıştır. Bu nedenle, Cumhuriyet’in anlamı, bugün de Türkiye’nin demokratik ve laik bir hukuk devleti olarak varlığını sürdürebilmesinin en önemli teminatlarından biridir.
UMUT MERİÇ BERBEROĞLU
The post CUMHURİYETİN KÖKENLERİ: BİR YÖNETİM BİÇİMİNİN TARİHSEL YOLCULUĞU first appeared on Deniz Kartalı.
https://denizkartali.com/cumhuriyetin-kokenleri-bir-yonetim-biciminin-tarihsel-yolculugu/