Yaz sezonu başlamadan önce telefonum çalıyor: Arayan TRT’de yayımlanan Deniz Magazin programının yapımcısı Mehmet Kaya. Kekova’da bir belgesel çekeceklerini, beni de sualtı görüntüleme ekibinde görmek istediklerini söyleyince teklifi hiç düşünmeden kabul ediyorum. Daha önce 2000 yılında yine bir belgesel çekimi için dalış yaptığım Kekova söz konusu olunca akan sular duruyor. Simena, Theimiussa, Aperlai ve Kekova Adası dalışa kapalı bölgeler olduğundan buralarda dalarak fotoğraf çekme imkanı sunulduğunda teklifin üzerine atlayacağımı biliyorlar. Bir iki hafta sonra program ve ekip kesinleşiyor.
Program uygun ama ekibi görünce biraz endişeleniyorum, çünkü ekipte Haluk Cecan ve arkadaşları da var. Çocukluğumdan bugüne ekranlarda belgesellerini izlediğim ünlü belgesel yapımcısı Haluk Cecan… Bu kadar güzel ve önemli projeler üreten adam kim bilir ne kadar kibirlidir diye kara kara düşünmeye başlıyorum. Ne yapalım, söz verdik bir kere, gideceğiz. Beklenen gün geldiğinde sabah erken saatlerde yola koyuluyoruz. Yolda düşüncelere dalıyorum. Bir yandan tarihe dalmanın heyecanını duyarken, bir yandan da çekim sırasında yaşayabileceğim sorunların stresini hissediyorum.
Kaleköy’de buluşup otele yerleştikten sonra dalışlara başlamak için tekneyle açılıyoruz. Teknede tatlı bir telaş var. Ben fotoğraf makinemin son kontrollerini yaparken ekibin diğer üyeleri dalış malzemelerini, videolarını, ışık sistemlerini hazırlıyor. Herkes işinde gücünde. Kaya içine oyulmuş evler, kaya mezarlar M.S.240 yılındaki büyük depremde suyun içine kaymış. Sualtındaki dik yamaç bir ucundan diğerine kadar amforalarla kaplanmış. Gün boyunca 3 dalış yaptıktan sonra güneşin batışı ile birlikte Kaleköy’e dönüyoruz. Yoğun bir çekim gününün sonunda güzel görüntüler almanın ve huzurlu bir ortamda çalışmanın keyfini yaşarken teknede alınan bir kararla tekrar geriliyorum. Sualtı ekibinin akşam yemeğinde bir araya gelerek değerlendirme toplantısı yapması kararlaştırılıyor. Üff… Bu sıkıcı toplantı da nereden çıktı? Bu tür resmi, yarı resmi toplantılara oldum olası alışık değilim.
Yemekte Haluk Cecan, Güngör Muhtaroğlu, Selman Kahraman, Yalçın Uras, Tamer Çetin, Fatih Başaran, ben ve eşim Tuğba var. Beklentimin aksine toplantı çok sıcak bir havada başlıyor. Kısa sürede kaynaşan ekip tatlı bir sohbete dalıyor. Haluk Cecan’ın daha önceki belgesel çalışmaları sırasında yaşadığı ilginç hikayeler içimizi ısıtıyor. Sohbet koyulaştıkça hikayeler ardı ardına geliyor. Haluk Cecan anlattıkça gülmekten gözlerimizden yaşlar damlıyor. Güzel bir günün ardından hoş sohbetli muhteşem bir gece yaşıyoruz. Buraya gelene kadar oluşan önyargılarımın tamamı silinip gidiyor. Soğuk ve kibirli bir sualtıcı beklerken esprili, hoşsohbet, mütevazı bir beyefendi ile karşılaşıyorum. Hepimiz yorgunuz ama, bu hoş sohbeti bırakıp odalarımıza dönmek istemiyoruz. Vakit ilerleyip gece yarısını da geçtikten sonra ertesi günkü dalışlarda zinde olmak için istemeden de olsa istirahata çekiliyoruz. Sabah yine Kekova Adası çevresinde dalış yapmak üzere hazırlıklara başlıyoruz. Haluk abi ve ekibi çekimlere görsel güzellik katmak amacıyla portakal renkli tulum giyiyorlar. Böylece tüm ekip aynı tipte giyinmiş oluyor ve farklı renklerdeki dalış malzemelerinin görüntülerde karmaşa yaratması engelleniyor.
Binlerce yıllık amforaları görüntülemeye çalışan kameralar sualtı fotoğrafçıları için de ilginç ve renkli bir konu oluyor. Aldığımız görüntüleri izlemek için toplandığımızda artık bende stres yok. Aksine çok uyumlu bir ekiple çalışmanın keyfini çıkarıyorum. Haluk abi bana birkaç defa “şeyciğim” diye hitap edince ismimi unuttuğunu ve unutkan bir insan olduğunu fark ediyorum. “Haluk abi, biraz unutkanlık var mı?” sorusunu sorduğumda ekip basıyor kahkahayı. Meğer kendisi özellikle isimler konusunda son derece unutkan bir insanmış. Unutkanlık hikayeleri destanlaşmış, her yerde anlatılıyormuş. Sonraki günlerde kendisine yardımcı olmak için üzerinde isimlerimiz yazan yaka kartları ile dolaşma teklifim kabul ediliyor. Buralara kadar gelmişken Demre Çayağzı açıklarında kayalara vurarak batan Iberian Coast gemisine dalmadan olmaz. Portakal renkli dalgıçlarla birlikte dalarak bu gemiyi de arşivimize ekledikten sonra maalesef çekimlerimiz bitiyor ve evlerimize dönüyoruz. Kekova’da geçirdiğimiz günler unutulmaz anılarıyla hafızalarımıza kazınıyor. Güzel dalışlar yaptık, görüntüler aldık, güzel insanlarla tanıştık, daha ne olsun diye düşünürken maceranın devamının da olacağı haberini alıyoruz. Yapımcı Mehmet Kaya, bundan sonraki hedefin Antalya’daki Saint Didier ve Kemer’deki Paris II batıklarının olduğunu söylüyor. Kısa sürede kurulan sıcak dostluk devam ediyor. Haluk abi ve ekibini Antalya’da karşılıyorum.
Artık ev sahibi sayılırız. Liman açıklarındaki Saint Didier batığına dalarken rehberlik görevi bende olacağı için fotoğraf makinemi yanıma almıyorum. Portakal rengi tulumumu giyerek büyük bir zevkle rehberlik yapıyorum. Ekip, alınan görüntülerden memnun.
Sıra Paris II’ye geliyor. Görüş güzel, enkazda bizden başka kimse yok. Uygun bir ortamda çekimlerimizi yapıyoruz, ama Haluk abi titiz olduğu için birkaç dalış daha yapıp kapsamlı bir belgesel hazırlamak istiyor. Ciddi çalışmalar yapıp çok emek veriyor. Eee, Haluk Cecan olmak kolay değil. Gerçekten takdir edilmesi gereken mükemmel bir kariyeri var. İlk sualtı çekimlerini 1964 yılında Bodrum’da yapıyor. O tarihte benim annemle babam henüz tanışmamışlar. 1975-1979 Yılları arasında Ada filmini, 1985’te Madalya Körfezini çekiyor. İzleyicilerin ilgisini çekmek için köpekbalıklarının yaşadığı bölgeye kanlı balık atıyor.
1987’de Ege’nin Mavisi ve bir yıl sonraki Müren filmlerinin yapımcılığını da üstleniyor. TRT için hazırladığı belgesel Seyir Günlüğü’nden iki yıl sonra Marmara Adaları’nda bugüne kadar uyum içinde çalıştığı yönetmen ve yapımcı Orhan Tuncel ile çalışmaya başlıyor. 1989’da kendi ürettiği tek kişilik ilk denizaltısını suya indiriyor. Polyesterden ürettiği büyükbeyaz köpekbalığı ve katil balina modellerini kullanarak 1992’de Tenten ve Orka ile Tenten ve Büyük Beyaz’ı çekiyor. 1996’da yine kendi imalatı dinozor modeli ile yeni projelere başlıyor. Dinozor filmi Çekoslovakya PAF Tachov festivalinde festivalin en ilginç ve fantastik filmi seçilerek jüri özel ödülü alıyor.
Daha önce Fransa’da alınan Dimitri Rabikof ödülü ve İspanya’da alınan 21. Ciclo festivali özel ödülünün yanına bir başarı daha ekliyor. 1990’da Kaptan Cousteau ile ilk röportajını yapıyor. 1992’de Tenten ve Denizler Hakimi’nde izleyenleri sualtında eşsiz oyunculuk yetenekleri olan Camoka ile tanıştırıyor. Aynı yıl Sessiz Dünyada Gezintiler’de bizi köpekbalıkları, amforalar, kaplumbağalar ve beyaz balina Aydın’la birlikte denizin derinliklerine indiriyor. 1993’te Akdeniz’de Gezintiler ile karşımıza çıktıktan sonra ilk yurtdışı çekimleri için Kızıldeniz’e gidip mürenlerle dans edip napolyon balıklarını besliyor.
1994’te yoğun bir programı var. Mavi Derinliğin Sırlarını çekiyor, Mavi Sessizlik’te sualtına yerleştirdiği kameraları ile Akdeniz fokunu doğal ortamında görüntülüyor, Mavinin Dostluğu’nda mığrı balıklarını besliyor. 1998’de 10 bölümlük Güney Maviden Yeşil Adaya belgeselinde Marmaris’te başlayan dalışlarını Kıbrıs’ta noktalıyor. Ertesi sene yine TRT’de Anadolu Mavisi gösterilirken ekibi ile Maldiv Adalarına gidiyor. 1999’de en önemli filmlerinden birisi olan Mahşerin Atlıları’nı tamamlıyor.
Kırka yakın maketi, heykelleri, tapınakları, sütunları, savaş arabaları ile sualtında adeta bir Roma şehri inşa ediyor. Bu dekoru hazırlamak için 6 ay çalışıyor, ancak çekimler bitmeden bir aksilik oluyor. 10 Metre derinlikteki dekorlar sanatsever (!) balıkçılar tarafından götürülüyor. Yoğun uğraşlar ile dekor tekrar yapılıyor. Denize bırakılan sanayi atıklarını, çok konuşup az iş yapan politikacıları, çevre kirliliğini ve doğanın intikamını anlatan film yurtdışı festivallerde büyük başarılar kazanıyor. Rahmetli Kerem Yılmazer’in seslendirdiği Akdeniz Gezgini ile TRT ekranlarına renk katıyor.
Kaptan Cousteau’nun ekip şefi Andrea Laban’ı Türkiye’ye davet ediyor ve Laban’ı sualtında resim yaparken görüntülüyor. 2001 yılında Güney Afrika’ya giderek kafes kullanmadan büyükbeyaz köpekbalığını çekiyor. Filmin son sahnesinde kamerasına kafa atan büyükbeyaz sahneleri ile izleyenleri koltuklarına mıhlıyor. Derindeki Sırlar’da yurdumuz denizlerindeki yunusları, orkinosları, kaplumbağaları ve Akdeniz foklarını ekrana taşıyor. 2003’te fantastik filmi Uzaya Kaçış’ta dekor olarak kullanılan füzeler, ilginç bitki örtüsü ve sakallı bilimadamı Selman’ın oyunculuğu ile beğeni kazanıyor.
Aynı yıl Fransızlarla ortak film hazırlıyor ve George Bass ile birlikte Carolyn denizaltısının yolcusu oluyor. Sonsuz Mavilik’te bize Kaş’taki uçak batığını görme imkanı sağlıyor. 1985-2003 Tarihleri arasında Türkiye Denizlerinde Köpekbalıkları ve 1988-2003 yıllarında Derinlerdeki Tarih ile yerli yabancı, tüm sualtı severlerin gönlünde taht kuruyor. Tüm bu yaptıklarıyla yetinmiyor, ana haber bülteninde portakal renkli ekibinin başında Çanakkale’deki İngiliz batığından Türkiye’de ilk defa sualtından canlı yayın yapıyor. Başarı ile tamamladığı her projenin ardından yenileri ile sualtı severlerin karşısına çıkıyor. Böyle bir kariyer inşallah hepimize nasip olur. Altına imzasını attığı başarılı çalışmaları ile Türk sualtı tarihinin en önemli kilometre taşlarından birisi olan Haluk Cecan’ı tanımaktan büyük onur duyuyorum. Sadece başarılı bir belgesel yapımcısı olduğu için değil, aynı zamanda çok büyük bir insan olduğu için…
Renkli dalışlar.
Levent Konuk
www.leventkonuk.com
SG TV Haluk Cecan Videoları
[wp_youtube_gallery category_slug=”halukcecan”]