ALİCAN HİZMET YAZİYOR: ARBORETUM'DA YURUMEK

31 Aralık 2014 Çarşamba

Alican HİZMET- turizmhaberleri.com/ Antalya
ARBORETUM’DA YÜRÜMEK….

30 Kasım Pazar sabahı, saat 7:00 ve yürüyüş aşk’ı
Bir önceki yürüyüşümüzden 8 gün geçmişti ve ben ağrılarımı tam anlamıyla unutmuştum. İlk yürüyüşümüzde vücudumda daha önce çalıştırmadığım kaslarımı çalıştırdıktan sonra 4 gün kadar kas ağrıları ile uğraşmıştım. Efendime söyleyeyim oturup kalkarken ve merdivenlerde nineler gibi “anam anam“ diye sesler çıkartıyordum.

Ve hafta sonuna doğru telefon çaldı, karşıdaki kişi Nazan… Dediği tek cümle “Pazar’a yürüyüşe yazıldık, haberin olsun ” du. ” Peki Nazan ” demekten başka çare kalmamıştı. Aynı ağrıları Nazan’ın da çekmesine rağmen, onun bu hevesli haline hiç anlam veremiyorum. Neyseki artık kas ağrılarımın az olacağı düşüncesi yürüyüş olayını daha cazip kılıyordu. Yürüyüş grubunda bir de şöyle bir sav atılmıştı; “eğer patikada yürüyorsan ilk yürüyüşten sonra pes edersen daha da bu işe devam edemezsin. ” İşte bu sav beni daha da kamçılamıştı. Nitekim Pazar günü sabahın 07’sinde gene yollara düştük uykulu gözlerle.

Yürüyüşün en güzel anlarından biri ile hemen girizgahımı yapmak istiyorum. Kahvaltımızı yol üzerinde bulunan güzel bir fırında yaptık. Paylaşımın bol olduğu sofralarda kahvaltılık ezmeler, cevizler, taze ekmekler ile enerji depoladık ve “neredeymiş o yürünecek yol ” gibi bir hava ile kalktık masalardan.

Bu haftaki yürüyüş rotamızın Korkuteli yolu üzerindeki BÜK Araştırma Ormanları olduğunu duyunca heyecanlandım. 20 kişilik grubumuz ile yürüyüşe başladık. Kızılçamların arasında yürürken doğa ananın bize sürekli deklanşöre basacak kadar çok fırsat vereceğini anlamıştım. Bu arada ilk yürüyüşümüzden aldığımız haz ile Nazan hemen bir AVM’ye koşup; tam takım kıyafetlerini, ayakkabılarını, rüzgarlık, yağmurluk, boyunluk vb. gibi eşyalarını alarak tam doğa yürüyüşçüsü moduna girmişti.

İlk yürüyüşten dersimi almıştım, arkadan arkadan yürüyüşümü yapıp en sakininden tamamlayacaktım. Tabiat yolumuza yaprakları dökmüş, kahverengi muhteşem bir halı sermişti. Şen çocuklar gibi yaprakları ezerken çıkardıkları o çıtırtıları duydukça daha da hızlı basıyorduk. Yeşil, sarı ve kahverenginin her tonunu görmemize olanak veren bir havada, kuş sesleri eşliğinde yürürken Nusret hoca gezi programında arboretum da olduğunu söyledi. Tabi ben önce ne dediğini anlayamadım. Arboretum denilen olay ağaç ve bitkilerin bulunduğu botanik bahçesi veya açık hava ağaç müzesi olarak da anılmakta.

Dünyada devlet teşviği ile ülkelerin kendi bitki türlerini korumak, geliştirmek ve uygun bitki türlerini çoğaltmak için fonlar ayrılır, politikalar üretiliyor. Bizim ülkemizde bırakın bir çevre politikasını, insanlara çevre bilincini bile kazandıramıyoruz. Bunları düşünürken kendi kendime söyleniyordum ki, Nazan bana mı seslendin dediğinde söylenmemi dışa vurduğumu hissettim.

Yürüyüş güzergahımız yavaştan kurumuş dere yatağına doğru ilerlerken küresel ısınmadan mıdır, kuraklıktan mıdır bilmem ama o dereden tek damla dahi su akmıyordu. Tabiat insanlığın ayıbını örtercesine dere yatağını ağaç yaprakları ile sarmıştı.


Uzaklardan bir dost bize doğru koşturuyordu. Doğanın o sessizliğinden sıkılmış insan canlısı sevgi pıtırcığı bir köpekcik bir o yana bir bu yana zıplıyordu. Bu vesileyle Nazan’ın köpek korkusunu öğrenmiş oldum. Köpeğin her yanından geçişi ile benim arkama siper alması benim için çok eğlenceli idi. Sırtımdaki çantamın yükü ağırlaşmaya başlamıştı ki öğle yemeği arası ile yüzümde gülücükler açtı. Nazan ilk hafta acemiliğini atmıştı; güzel bir sandviç mi dersiniz, muzlar mı, elmalar mı hepsini yedikten sonra iki dakikalığına gözlerimi dinlendireyim derken gene o acı düdük sesi ile kulaklarım çınladı. Ve koskoca 35 dakika yemek molası bitivermişti. Yolumuza koyulmak farz olmuştu.

Yürüyüşümüzün en eğitici kısmına yani arbetoruma ulaşmıştık. Yürüdüğümüz alanın mikro iklime ve verimli topraklara sahip olması, arbetorumda mühendislerce çeşitli ağaç ve bitkilerin dikilerek gözlemlerinin yapılabilmesine olanak sağlıyordu. İşin özüne gelecek olursak maymunlar cehenemindeki dev ağaçlardan bir adet de buraya dikmişler, daha dev olabilmesi için birkaç yüzyıl geçmesi gerekecek gibi duruyordu.

Tabii buralara sahip çıkan bir de bekçimiz var. Doğa ile iç içe sessizliğin hatta hiçliğin tam ortasında, ortama adapte olmuş hayatını sürdürüyor. Yürüyüşümüze devam ederken içimden “zor be işin bekçi dayı ” diye sayıkladım.


Nazan yolun sonuna biraz su kaynatmaya başladı. Ben arkasında “az kaldı Nazan şu tepeyi aştık mı, bitti.. ” dedikçe tepeler beni yalancı çıkarıyor ve Nazancığımın güveni sıfıra yaklaşıyordu ki havanın alacakaranlığa dönüşü ile yolunun sonuna gelmiştik. Bizi bekleyen odun ateşinde semaver ile yüzlerimiz güldü. Zannedersem yorgunluktan olsa gerek, o andan itibaren pazartesi sabahına kadar ki kısmı hatırlamıyorum.







Kaynak: turizmhaberleri.com

Bizi Sosyal Medyada Takip Edin !