Yoksa “Türkiye’de kadın olmak” mı demeliydim başlıkta, bilemedim… Nedenlerini az sonra öğreneceksiniz sevgili okurlar!
Birçok sektörde olduğu gibi dalış sektöründe de erkek nüfus egemen. Bu durum haliyle “Kadınlar ayrımcılığa mı maruz kalıyor, sektörün koşulları çok mu zor, dalış sektöründe çalışmak ekstra fiziksel güç mü gerektiriyor” vb. çeşitli sorular getiriyor akıllara. Bu sorularla beraber sektörün tüm sorunları çığ gibi büyümeye devam ederken “kadın” konusunda bir nebze de olsa farkındalık yaratmak, yeni fikirler uyandırmak ve ufuk açmak için neler yapabiliriz? Sualtı Gazetesi’ndeki bu köşeden zaman zaman bu ve benzeri konulara dair görüşlerimi sizlerle paylaşacak ve akla gelen önemli sorunları tartışacağım.
Değerli büyüğüm, sektöre uzun yıllarını ve emeğini vermiş dalış eğitmeni Bahattin Memişoğlu, birkaç yıl önce gerçekleştirdiğimiz bir söyleşide şu cümleleri sarfetmişti: “Kadınların bulunduğu her ortamda adap vardır, düzen ve nizam vardır. Dalış sektörü toparlanmak ve kendine gelmek istiyorsa daha çok kadının istihdam edilmesi gerekir.” Memişoğlu’nun haksız olduğunu söyleyebilir miyiz? Ben söyleyemem…
Kadına kadın diyemeyen toplumda…
Bugün uluslararası şirketlerin yönetim ve üst düzey yönetim kadrolarına bakacak olursak kadın yönetici sayısının her geçen yıl arttığını görebiliriz. Üstelik sadece yönetim kurulu kadrolarında yer almıyorlar, doğrudan tepe yönetici pozisyonunda görev alarak Bahattin hocanın tabiriyle “çekip çeviriyor”, düzen ve nizamı sağlıyorlar… Ümran Beba, Ayşegül İldeniz, Ümit Boyner, Pınar Abay, Elçin Ergün, Gülsüm Azeri, Güler Sabancı ve daha pek çok Türk kadın yönetici uluslararası şirketlerde CEO, Bölge Yöneticisi ya da benzer bir pozisyonda görevlerini sürdürüyor. Buna rağmen dünya çapında şirketlerde kadın yöneticilerin erkeklere oranı yüzde 20,7. Alt kadrolarda ise kadın çalışanların oranı erkeklere kıyasla daha düşük. Ülkemizde ve dünyada şiddete, ayrımcılığa, tacize maruz kalan kadınların sayısı yönetici kadın sayısından daha büyük bir hızla artış gösteriyor. Ne acıdır ki “kadın”a kadın demekten aciz bir toplumda yaşıyoruz. Erkeğe erkek diyebilen toplum kadına, yani insanın kadın cinsinden olanına, üstelik nezaket icabı “bayan” demeyi tercih ediyor.
Yüzde 10 bile değil
Dönelim yeniden dalış camiasına… TSSF Dalış Merkezleri Kurulu Başkanı Serhat Sadıkoğlu, TSSF’nin e-posta grubuna gönderdiği bir mesajında Türkiye’deki kayıtlı eğitmen sayılarını şu rakamlarla açıklamıştı: Ülkemizde 3 Yıldız eğitmenlerin sayısı 253, aralarından yalnızca 14’ü kadın. 2 Yıldız erkek eğitmenlerin sayısı 1421, 2 Yıldız kadın eğitmenlerin sayısı ise 101, yani kadın eğitmenlerin erkek eğitmenlere oranı yüzde 10 bile değil. 1 Yıldız eğitmenlerin toplamı 2106 kişi, bunların da yalnızca 205’i kadın. Bu eğitmenlerin kaçı aktif? Tamamının aktif olmadığını biliyorum. Yani durum daha da vahim.
Kadınlar neden bu sektörde yeterince aktif değil? Karşılaştıkları engeller neler? Bana kalırsa dalış sektörünün kadın-erkek istihdamındaki mevcut durumu Türkiye’nin ve dünyanın genel durumunu özetliyor. Bir başka ifadeyle, hemen hemen bütün sektörlerde kadın çalışanların sayısı oldukça az. Üstelik bir yandan da ayrımcılık, eksik maaş, sosyal haklardan yoksun bırakılma, psikolojik ve fiziksel şiddet gibi birçok haksızlığa da maruz kalıyorlar. Evli kadınların aile yaşantıları gerekçesiyle yeterli zamanı ayıramaması, eş, baba ve aile baskısı sektörden kadın elinin çekilme nedenlerinden olabilir.
Her sektör Türkiye’nin aynası
Dalış sektörünün şartları elbette kolay değil, fiziksel koşulları da öyle. Ancak mesele tüp kaldırıp indirmeye indirgenecek kadar basit değil. Söz konusu sektörde kadın nüfusun eksikliği kadının ülkemizdeki ve dünyamızdaki konumuyla doğrudan orantılı. Yalnızca belirli sosyokültürel seviyeye ulaşmayı başarmış kadınlar dalış sektöründe ilerlerken erkekler için bu durum pek de geçerli değil. Kırsal kesimde ve taşrada pek ala erkekler dalış eğitmenliği, cankurtaranlık ya da arama-kurtarma gibi alanlarda uzmanlaşabilirken kadınlar toplumsal baskılardan ya da bu işlerin “erkek işi” veya “zor işler” gibi görülmesinden ötürü sektöre entegre olamıyorlar. Bunda ülkenin kadın-erkek meselesine genel bakışı ve toplumsal duruş kadar dalış sektörünün oluşturduğu algı veya yarattığı yanlış imajın da payı olabilir. Elbette kadınların “kadınlığını” bilip, dizini kırıp, evinde oturmasını yeğleyen ciddi bir topluluk da ülkemizde yaşıyor. Bu nedenle ülkemizde çoğu kadın, küçük yaşlardan itibaren yalnızca annelik, “karılık” yapmak üzere yetiştirilirken, başka bir dünyayı keşfetmek, yüzmek, dalmak, gezmek gerektiren bir sektörde faaliyet göstermeleri de peşinen engelleniyor.
Şimdilik bunlar üstüne bir süre düşünelim…
Acaba kaçımız bunları görüp, fark edip, yaşayanlara tanıklık ettik?
Görüşmek üzere,
Serra Sönmez Şen