Çocukların balıklarla konuştukları çevre şenlikleriyle, Deniz ozanları ile birlikte şiirlerle, Harem’de, Karaköy’de, Ortaköy’de denizi temizleyen bir dernek; [STH]…
Sevgili Sualtı Gazetesi okurları merhaba.. Bu sayımızda Sualtı Temizlik Hareketi başkanı sayın Hakan TİRYAKİ ile birlikteyiz..
Merhaba Hakan bey, hoş geldiniz, sizi tanıyabilir miyiz?
Hakan Tiryaki olarak Kadıköy’de 1970 yılında doğdum, Kadıköy’de yaşıyorum. Tüm yaşantım İstanbul’da geçti. Haydarpaşa Meslek Lisesi’nde elektronik bölümü, İ.T.Ü. metalurji mühendisiliği, İ.Ü. İşletme Fakültesi adet olduğu üzere eğitim aldığım yerler. Tüm eğitimimin aksine, uzun yıllar reklam sektöründe çalıştım. Saymakla bitmeyecek denli farklı işlerle uğraştım. 2006 yılında inDeep’i kurdum. Moda’da kafe inDeep ve Fenerbahçe’de inDeep Dalış Merkezi ile yaşantıma devam ediyorum 🙂
Klasik sorularımızdan biri geliyor hemen; nedir hocam sizin dalış hikayeniz? nasıl bulaştınız bu işe?
Sanırım daha saçma bir hikaye duymamışsınızdır. 🙂 İTÜ’de seçmeli beden eğitimi derslerinden biri SCUBA diye bir şeydi, ismi hoşuma gitti 🙂 İlk derste anladım ki hayallerimdeki şeyle tesadüfen karşı karşıya gelmişim… cidden böyle oldu 🙂
Çok güzel bir tesadüf olmuş. Biraz STH den bahseder misiniz? Ne zaman kuruldu? STH nin hedefi nedir?
STH 2004 yılı Kasım ayında Sualtı Dergisi’nin e-posta grubuna atılan bir çağrı ile kuruldu. Doğrusunu isterseniz o çağrıyı gönderirken bu kadarını ben bile hayal edememiştim. Ama o gün dahi bildiğim ve inandığım şuydu; hiç değilse 3-5 kişi çıkar, dalarız, çıkartırız, işimize bakarız. Ama aksine inanılmaz bir ilgiyle karşılandı.
Hedefi derseniz; bizim gördüğümüz ama bizim dışımızdakilerin hiçbir fikri olmayan sualtı kirliliğini baz alarak deniz kirliliğine dikkati çekmekti. Öyle ki herkesin tutturduğu bir deniz kirliliği söylemi vardı ama soyuttu; biz çıkartıp insanların önlerine koyarak bunu somutlaştırdık. Bizim gözlerimizle görmelerini sağladık.
STH’nin hedefi en başta “kirletilmemesini” sağlamaktı. Zaman içinde etkinlik formatından genel yaklaşımlara kadar sürekli gelişen bir yapıya sahip STH. Bu nedenle artık hedef ne denildiğinde “deniz ülkesi, deniz halkı olabilmek” diyoruz. Artık denizi anlatmak, denizi insanların yaşamlarında konumlandırmak öncelikli hedefimiz. Yok olan deniz kültürünü tekrar var edebilmek. Milli eğitim müfredatına Türkiye’nin bir deniz ülkesi olduğu gerçeğini sokabilmek.
“bize deniz ozanı gerek!” serisi henüz tam olarak anlaşılamadı belki ama göreceksiniz uzun vadede bambaşka bir boyut katacak denizle olan serüvenimize.
Sualtı kirliliği kavramından pek çok insan malesef haberdar değil. Temizlik dalışları sırasında halk ile doğrudan temas kuruyorsunuz, çöp çıkaran dalgıçları gören insanların tepkileri ne oluyor?
İstanbul İl Çevre Orman Müdürlüğü’nün İstanbul Çevre Rehberi’nde yazığına göre 1953 yılına kadar belediyeler topladıkları çöpleri denize atıyorlarmış. Şaka gibi, değil mi? Ama gerçek. Halının altına süpürmek en kolayı. Ama gelin görün ki sanılanın aksine hiçbir yere gitmiyor atılanlar. Artık bata İstanbullular olmak üzere bunun farkına varmaya başladılar. Ve bunda STH gönüllülerinin çok büyük payı olduğuna inanıyorum.
Tepkilere gelince, inanın anlatmakla bitmez. Sanılanın aksine o kadar farklı yaklaşımlarla, o denli farklı tepkilerle karşılaşıyoruz ki… Mesela görüp, gelip bizimle birlikte canla başla çalışan da oluyor, elindekini fırlatıp “devlet vermiyor mu lan parasını, temizleyin” diyen de… Hatta bir kış etkinliğinde yaşlıca bir teyze kulağımdan yakalayıp fırçalmıştı beni, “senin anan-baban yok mu, bu havada ne işin var suda” diye 🙂
Tabi sorunun asıl yanıtı; önemli bir kısmı sadece karamizah olarak görmüyor, gerçekten etkileniyor. Şöyle düşünün, mesela bir Eminönü etkinliğinde binlerce insanla direkt kontak kuruyoruz. Ve onlara öyle şeyler gösteriyoruz ki tepkisiz kalmaları mümkün olamıyor.
Sualtı kirliliği deyip duruyoruz, nedir bu sualtı kirliliği? Neden ve nasıl kirleniyor bu sualtı hocam?
Şimdi isterseniz burada bir konunun altını çizelim ya da netleştirelim: STH somut olarak insanlara gösterebileceğimiz yegane kirlilik türünü seçmiştir çalışmalarında, katı atık kirliliği. Petrol kirliliğini saatlerce anlatabilirsiniz ama bir imgelem yaratmak zordur, keza mikrobiyolojik kirlilik yine aynı şekilde. Ama çıkarttığını bir pisuvar ya da el arabası, ya da dağ gibi yığılmış meşrubat şişeleri sert, kalıcı ve etkin bir imgelem yaratıyor insanlar üzerinde.
Neden ve nasıl mı kirleniyor? Bu noktada perspektifi biraz geniş tutmak gerek. Bakın şimdi, 21. Yüzyılda benim ülkemde hala levreğin bakanıyla patlıcanın bakanı aynı; devlet nezdinde toprakla deniz arasında fark yok. Bir yönetmelik çıkartıyorsunuz, aman ha! ömrünü tamamlamış lastikler tehlikelidir diyorsunuz, sonra iskelelerde takoz olarak kullanılmasına izin veriyor hatta teşvik ediyorsunuz. Altı tarafınız denizlerle çevrili, ama hala müfredatınızda deniz yok, çocuklarımız denizden bir haber yetişiyorlar. Deniz insanlarımıza yüzmek, manzaralı daire, rakı-balık benzeri şeyler çağrıştırabiliyor sadece. Basit bir soru sormak gerek, ve bu sorunun doğru cevabı için sil baştan başlamak gerek: “ne işe yarar bu deniz?”
Bakın size basit bir örnek vereceğim. Mısır yeryüzünde bir çok konuda arkamızda bırakabilmeyi başarabildiğimiz birkaç ülkeden biridir. Fakat söz konusu olan deniz olduğunda ders alınması gereken örnek bir ülkedir. Çünkü Mısır için deniz demek ekonomik girdi, besin ve istihdam demektir. Sadece Thistlegorm batığının Büyük Piramitten fazla gelir getirdiği bir ülkeden bahsediyoruz. Sizce bu tesadüf mü? Hayır, bu bir bütün. Mısırlı denizi yaşamında konumlandırmıştır, sevmesi şart değildir, faydasından haberdardır. Mısır otoritesi suç-ceza ikilisini hayata geçirmiştir. Giden herkes bilir, eldivenle dahi dalmanıza izin vermez dalış liderleri. Verir ve yakalanırlarsa belgelerinden olur, kallavi bir ceza ödemek zorunda kalırlar.
Uzun lafın kısası; deniz politikası, deniz stratejisi, deniz kültürü… bu kavramların yaşantımıza girmesi gerek. Ve denizi kirleten birey ya da kurum bilmeli ki gasp ya da darp gibi bir suçtur ve cezası nettir.
Kanımca sorunun kaynağında yer alan önemli unsurlar bunlar.
Geçtiğimiz sayılarımızda İBB Deniz Hizmetleri Md. Sayın Safa Şahbatoğlu ile yapmış olduğumuz röportajımız yer aldı. Kendileri bu konuda ciddi çalışmalar içinde olduklarını, uygun koşulları sağladıklarında Sualtı temizlik birimi kuracaklarını ifade ettiler. Adalar belediye başkan yardımcımız sayın Ercan Akpolat da buna benzer bir çalışmanın planları dahilinde olduğunu vurguladı. Yerel yönetimler Sualtı Kirliliğine dikkat etmeye başladı gibi geliyor bana. Bu konuda Sivil toplum kuruluşlarının özellikle STH nın etkisi yadsınamaz. Sivil toplum kuruluşlarının çabalarıyla bu iş bu gün bu noktaya geldi, daha aşılacak çok yol var tabi. Sizin bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyim? Özellikle denize kıyısı olan belediyelerin birer sualtı birimleri olması, kirliliği engellemede ve bilinç oluşturma etkili olur mu?
Doğrusunu isterseniz 1 Temmuz 2006 STH Kabotaj Bayramı Etkinliğinden bu yana İBB Deniz Hizmetleri Müdürlüğü en önemli lojistik destekçisi olmuştur STH’nin. Aynı yıl STH Harem Projesi I. Aşama Çalışmaları boyunca son derece önemli ve değerli bir destek ağlamışlardır. Şahsen de Safa Beyin samimiyetine ve iyi niyetine inancım tam fakat bu konuda bazı soru işaretleri kafamızı kurcalıyor.
Size şöyle bir örnek vermek isterim. STH Harem Projesi boyunca STH gönüllüleri 15.000 parçayı aşan katı atığı çıkartırken gerek dip yapısına gerek çıkartılan materyaller arasında olması muhtemel canlılara inanamayacağınız bir özen gösterdi. Bunun boyutlarını envanter ekibinin çalışmasını görenler bilir. Diğer taraftan kepçeyi takıp dipte ne var ne yok çok daha kısa zamanda da aşağıyı dümdüz etmek mümkün. Arada ki farkı ancak gönüllü olarak bu işi yapan insanlar yaratmaktadır. STH Harem Projesi’ne değer biçebilmek işte bu açılardan mümkün değildir
Bir diğer önemli sorun istihdam edilecek işgücünün kualifikasyonu. Geçtiğimiz yıllarda sadece İBB’nin bir Sualtı Şefliği kuracağı söylentisi bile ortalığı birbirine kattı. Rekreasyonel bir çok başlangıç seviyesi dalış sertifikası sahibi dalıcı bu işe talip oldu. Hatta inanamayacağınız derecede arayıp bu iş için eğitim almak istediğini söyleyen insan oldu. Kanaatimce en önemli sorunlardan birisi de bu noktada başlıyor. Hangi eğitim disiplini, kimler tarafından verilecek? Hangi kualifikasyonlara sahip kişilere verilecek?
Doğrusunu isterseniz biz STH organizasyonu olarak bu konuda inanılmaz bir yol kat ettik. Hatta geçtiğimiz yıl sevgili Sancar Uğuryol’un deneyimi ve geride kalan 60 kadar STH organizasyonundan elde ettiğimiz son derece değerli deneyimlerle bir araya getirerek STH Dalıcısı formatını hazırladık. Dolayısıyla gerek Safa Bey gerek Akpolat son derece şanslılar, çünkü eşi benzeri olmayan bir çalışma zaten tamamlandı. Hem de saha deneyimlerinin katkısıyla…
Uzun lafın kısası, evet, bu birimler olmalı ama ezbere değil. Hatta doğrusunu isterseniz, İstanbul’un STH’si varken gerek İBB gerek diğer belediyeler ellerindeki ceza yetkilerini kullansalar yeter de artar bile… Çünkü onlar da görecekler ki suç-ceza ikilisi olmadıkça temizlemekle bitmeyecek…
Ülkenin 3 tarafı denizlerle çevrili, ülkede yaşayan insanların sadece çok küçük bir kesimi denizle ilgileniyor. Bu durumu değiştirebilirsek, insanları bir şekilde denize çekersek sanki bana işler biraz düzelecekmiş gibi geliyor, dalış yapan bir adam elindeki içecek kutusunu denize fırlatıp atamaz diye düşünüyorum. Bilmem yanılıyor muyum?
Üzgünüm, yanılıyorsunuz… size düzinelerce örnek verebilirim. Bakın yine aynı iki noktanın altını çizmek istiyorum; denizi yaşamınızda konumlandırmak ve suç-ceza ikilisini devreye sokmak. İnanın medeniyet timsali Avrupa insanı tepelerindeki Demokles kılıcı kalktığında bambaşka bir insan oluyorlar. Gözlerini kırpmadan ellerindekini fırlatıp benim denizime atabiliyorlar. Çünkü burada cezası yok, ayıplayanı yok…
Sanırım bazen fazla iyimser oluyorum, istiyorum ki bir şey olsun insanlar birden bire duyarlı anlayışlı saygılı olsunlar.. Ama yok, olmuyor böyle bir şey..
Hayvan Hakları Federasyonunda gönüllü olarak çalışıyorum, CEZA konusunda bizim de çok ciddi sıkıntılarımız var; Hayvana kötü muamele ceza kanununda değil de kabahatler kanununda yer almaktadır işlenen suçun yaptırımı idari para cezasıdır :(. Yani bir hayvana tecavüz eden işkence yapan kişi ile sigara yasağı olan bir yerde sigara içen kişi aynı cezayı alıyor. Haytap Hukuk Grubu yasanın düzenlenmesi konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Ayrıca Federasyon başkanımız sayın Av. Ahmet Kemal Şenpolat’ın ‘doğa mahkemeleri’ konusunda çok güzel çalışmaları var, umarım bu proje bir an önce hayata geçirilebilir..
Sizin çok sevimli, çok canlı, çok güzel bir çalışmanız var; KONUŞAN BALIK .. Bize biraz Konuşan Balıktan bahseder misiniz biraz da? Nedir, ne oluyor, nasıl oluyor?
Galiba STH organizasyonunun en önemli özelliği olmayacak işlere imza atmayı başarabilmesi. Bizim için imkansız diye bir şey neredeyse yok. STH Harem Projesi, STH Türkiye Organizasyonu ya da bütçesiz bir organizasyon olarak geride kalan 60 etkinlik, 3 şenlik, bir büyük proje, sayısız sergi, binlerce ilköğretim öğrencisine yerinde yapılan sunumlar… Sizce 140 YTL bütçe ile çocuk şenliği olur mu? İşin içinde STH varsa olur…
2007’de ilk Konuşan Balık Deniz ve Çocuk Şenliği sırasında bir daha bana bundan bahsedene uçarım falan diyordum, küfürler ediyordum. Aynı akşam oturmuş bir sonraki yılın planlarını yapıyordum 🙂
Bence en özel en anlamlı STH çalışmasıdır Konuşan Balık. Bu yıl dördüncüsünü gerçekleştireceğiz ve daha şimdiden heyecanlıyım. Başka türlü bir şey bu! Ve Bombayı şimdiden paylaşayım sizinle; çok önemli bir aksaklık olmazsa artık Uluslararası Konuşan Balık Deniz ve Çocuk Şenliği olacak adı; ve tabi katılımcıları da 🙂
2007’de ilk şenliği 140 YTL bütçe ile Büyükada’da gerçekleştirdik. 2008’de Çanakkale’de muhteşem bir gün geçirdik. 2009’da Ortaköy’de gerçek bir şenlik havası vardı. Ama 2010 bence Konuşan Balık’ın gerçekten dile geleceği yıl olacak…
Röportaj yaptığım herkesten unutamadığı bir dalış anısını anlatmasını istiyorum bir süre önce böyle bir karar aldım ve okurlarımız bundan çok hoşlandılar, hatta okumaya önce dalış anısından başladığını itiraf eden bir kaç arkadaşım bile var :). Bu kadar çok dalışın içinde oldukça ilginç dalışlarınız olduğundan eminim, birini bizimle paylaşır mısınız?
Harem’de altmışın üzerinde dalışım var. Aklıma ilk Harem geldi yine. Suyun altında 40 cm kadar bir metal aksam buldum, bir deponun köşesine benziyordu. Ve ne yazık ki kalan kısmı tabana gömülmüştü. Neyse tüm iyimserliğimle halatı alıp bağladım, yukarı çıkıp işareti verdim. Biraz sonra bizim deniz süpürgesi iskele tarafına doğru yatmaya başladı. Derken halat koptu. Tekrar indim, tekrar ve daha sağlam bağladım. İkinci kez koptu. Kaptanla birbirimize girdik, ama bir kez daha bağladım. Üçüncü denemede kaptanın küfürleri, bütün ekibin ve Harem sahilini dolduranların arasında sudan aşağıda fotoğrafını gördüğünüz yağ tankı çıktı.
Herhalde benden neşeli bir dalış anısı beklemiyordunuz…
Sayın Hakan TİRYAKİ öncelikle, Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) temsilcisi olarak Sualtı canlıları adına emekleriniz için çok çok teşekkür ediyorum. Sualtı Gazetesi’ne zaman ayırdığınız ayrıca teşekkür ediyorum.
Yüreğinize sağlık..
Ege Sakin
egesakin@sualtigazetesi.com